Zekeriya (as) işine ara vererek, çörekleri yemeye başladı. Misafirlerini buyur etmedi. Çörekleri yedikten sonra misafirleri bu tavrının sebebini öğrenmek istediler.
Bu konuda bir zatın şöyle dediği nakledilmiştir: Vera' halini Allah Teala'dan başkasının bilmesini isteyen kimse için O'nun katında hiçbir ödül yoktur. Zekeriya (as) hakkında da şöyle bir hadise nakledilmiştir: Bir gün inşaatın tekinde duvar örerken birkaç kişi onu ziyaret etmişti. O, emeğiyle geçinen bir inşaat ustasıydı. Misafirleri yanındayken ona iki çörek getirildi.
Zekeriya (as) işine ara vererek, çörekleri yemeye başladı. Misafirlerini buyur etmedi. Çörekleri yedikten sonra misafirleri bu tavrının sebebini öğrenmek istediler. Çünkü onun ne büyük bir zahid olduğunu iyi bilen kimselerdi. O, şöyle dedi: Bu inşaatın sahipleri beni belli bir ücretle istihdam ediyorlar. Verdikleri iki çöreği de işlerini yapabilme gücünü kazanmam için veriyorlar. Eğer onları sizinle paylaşmaya kalksam, ne size, ne de bana yetecekti. Ayrıca işim için gerekli kuvvetten de mahrum olacaktım. Görüldüğü gibi burada, bir farzın ifası için bir menduptan vazgeçme sözkonusudur.
Kul, bir ameli yapmaya niyet edebileceği gibi bir şeyin terki için de önceden niyet sahibi olabilir. Geçmişlerden bir zat şunu anlatmıştır: Süfyan b. Ebu Asım'ı ziyaret etmiştim. Kendisi yemek yemekteydi. Yemeğe devam ederek benimle hiç konuşmadı. Yemeği bitirip elleri temizledikten sonra bana dönerek şöyle dedi: Eğer borçla almamış olsaydım, yemeğimi seninle paylaşmak isterdim.
Konuyla ilgili olarak anlatılan bir hadise de şudur: Yabancının alay ve eğlenceye dair konuşan bir topluluğa uğramış ve onların Allah Teala'ya dua ettiklerini sanmıştı. Yüce Allah onun hüsnü niyetinden dolayı, konuşmalarını öyle gördü ve bu yabancının hüsnü niyetinden dolayı onları bağışladı.
Hasan el-Basrî (ra) dedi ki: Müslümanın alameti, dilini tutması, gözünü kısması ve niyetinin zaafa kapılarak Allah Teala'ya yakınlık sağlayacak ibadetlere koşmaktan alıkoymamasıdır. Niyet, her zaman güçlenmeli ve artmalıdır. Amelleri, niyetlerine göre az veya bedeninin takati yetersiz olabilir. Buna rağmen niyet, büyük ve kuvvetli olmalıdır. Yine o şöyle demiştir: Mümin, niyeti kuvvetli, takati az olan kimsedir. Münafık ise niyeti zayıf, takati çok olan kimsedir.
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Her hakkın bir hakikati vardır. Kul, Allah için yaptığı amelden dolayı övülmeyi istemez hale gelmedikçe İhlasın hakikatine ermiş olmaz".
Havariler İsa'ya (as), 'Ey Ruhullah! İhlasın aslı nedir?' diye sormuşlardı. O da şöyle demişti: İhlas, ameli yalnız Allah Teala için yapıp ondan dolayı halk tarafından övülmeyi asla arzu etmemektir. 'Peki Allah için dürüst olan kimdir?' diye sordular. O, şu cevabı verdi: O, insanların hakkından önce Allah'ın hakkıyla başlayandır. Biri dünyalık, diğeri ahiretlik iki husus kendisine sunulduğunda, dünyalık olanı bırakıp Allah Teala'nın emrine girişir.
İnsanlar tarafından övülmeyi sevmek, dünya sevgisinin temelini oluşturur. Böyle biri, yerinin ve konumunun bilinmesinden hoşlanıp tanınmak ister. Kalbinden kendisinin ululanması niyetini geçirir. O, yaptığının karşılığını ancak insanlardan görecek, bu tür niyetlerden ahirette hiçbir fayda görmeyecektir. Ameli de makbul değildir.
Rivayete göre İsrailoğulları'ndan abid bir zat, kırk yıl boyunca mağarada ibadet etmiş, melekler bu amellerini semaya çıkardıklarında kabul görmeyerek geri çevrilmişti. Melekler şöyle nida ettiler: Ey Rabbimiz! İzzetin hakkı için, bizim Sana sunduğumuz ameller aynen haktır. Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: Doğru söylüyorsunuz meleklerim. Ama o, kaldığı yerin bilinmesini çok isteyen biridir. Selef-i Salih'ten bir zat da şöyle demiştir: Kibir, riya ve şöhret tutkusundan kurtulan kimse selamettedir.
Süfyan-ı Sevrî (ra) şöyle demiştir: Nefsimle ilgili olarak tedavisi bana en ağır gelen şey, niyetimdir. Çünkü o, hercaidir. Yani sağa sola kayar veya zaaf gösterir. Bu yüzden de onunla sürekli ilgilenip sahip çıkmaya çalışmanız gerekir. el-Mansur da şöyle demiştir: Amel ihlaslı oluncaya kadar ona devam etmek, amelin kendinden daha zordur.
Süfyan-ı Sevrî'nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben amelimden zahir olan kısma itibar etmem. Ali'nin (kv) ise şöyle dediği rivayet edilmiştir: Amelinizin kabulüne, amelinize gösterdiğinizden daha fazla ilgi gösterin. Çünkü amel, takva ile eksümediği gibi kabul edilmeyle de eksilmez. Bir zatın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Her kim sırf yalnız kalmaktan dolayı yalnızlık hissine kapılır ve cemaate karışırsa, riyadan emin olamaz.
Abdülaziz b. Ebi Ruvvad şöyle demiştir: Karşılaştığım büyüklerin salih amele ulaşmak için çok çabaladıklarını gördüm. Onu eda etmek kendilerine nasip olduğunda ise kabul edilip edilmediğini düşünerek tasalanırlardı. Malik b. Dinar'ın (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Amelin kabul edilmediği yönündeki endişe, amelin bizzat kendisi için duyulan endişeden daha büyüktür.
İbni Aclan'm şöyle dediği nakledilmiştir: Amel, ancak şu üçüyle kemale erer: Allah korkusu, güzel niyet ve isabetli olma. el-Fudayl, Allah Teala'nın "Hanginizin amelce daha güzel olduğunu sınamak için" (Mülk/2) buyruğunu tefsir ederken şöyle demiştir: Yani amellerin en ihlaslı ve en isabetli olanının kimde olduğunu sınamak için. Bunun üzerine kendisine, 'Peki bu nasıl olur?' diye soruldu.
O da şu cevabı verdi: Amel, halis olsa da isabetli olmadığı takdirde yine kabul edilmez. et-Tiyahî şöyle demiştir: Amelde bulunması gereken dört husus vardır ve amel ancak bunlarla tamam bulur: Allah Teala'yı bilmek, hakkı bilmek, amelde ihlaslı olmak ve sünnete uygun olmak. Bunlara riayet edilmeden eda edilen hiçbir amel fayda vermez.
Farzları en sıhhatli şekilde ifa edip günaha düşmekten aşın derecede korkan kimselerin hali, hallerin en güzelidir. Farzları edasında kusurlu, işlediği günahlar için çok az üzüntü ve pişmanlık duyan kimselere gelince, bunların hali de hallerin en kötüsüdür. Bu haldekiler yaslanacak bir kıyas da bulamazlar. Ama Allah Teala dilediği kimse için en ağır günahları dahi bağışlayabilir. Dilediği Kimseye de, küçük bir günahtan dolayı azap edebilir.
Bunların durumu, Allah Teala'nın sabık ilmine, O'nun irade ve «ukmünde kararlaştırılan karara göre şekillenir. İki kişi aynı gü-Tianı işlemiş olmakla birlikte, farklı karşılıklar görebilirler. Allah feala, onlardan dilediğinin tevbesini kabul eder.
Allah Teala, dilediği kulunun amelini kabul eder. Kabul, amelin Kendinden farklı bir husustur. Kula düşen amelde bulunmak, Mevla'ya düşen de kabul veya rettir. O, istediğini kabu ederken, dilediği ameli de reddeder. Kişinin sabıkası da, günahtan farklıdır. Sabıka, Allah Teala'nm iradesinde yazılıdır.
O, hakkında güzel son yazılı olan kulunun bütün günahlarını bağışlar. Hakkında azap kelimesi kesinleşmiş olana da azap eder ve onun güzel amellerini boşa çıkartır. İnsanlar, sabıkalarına yani geçmişteki yazgılarına göre değerlendirilirler. Onlar hakkında Allah Teala'nm sabık ilmine uygun şekilde hükümler verilmiştir.
Geçmişlerden şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Israrcılar ateşe hızla giderek helak oldular." [Ahmed b. Hanbel, II/165, 219.
Buradaki 'ısrar1 ile kasdedilen, kişinin gücü yettiğinde günah işlemek istemesi veya işlediği herhangi bir günahtan dolayı ne pişmanlık duyması, ne de tevbeye yönelmesidir. <IsrarJın en ilerisi, sürekli günahların ardında koşmaktır.
Allah Resulü'nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala'nm zikrine aşırı düşkün olan ve kendilerini ona adayanlar öne geçtiler. Zikir onların (günah) yüklerini kaldırdığı için Kıyamet günü hafif bir halde gelirler. İşte onlar, haklarında güzel hüküm kesinleşmiş olan mukarrebundur [Tirmizî, Dua/128]
Görüldüğü gibi Allah Resulü (sav) onların dahi günah yüklerinin bulunduğunu ancak sürekli Allah'ı zikretmeleri sebebiyle yüklerinin kaldırıldığını haber vermiştir.
Yüce Allah buyurdu ki: "Öne geçenler, Öne geçenler, işte onlar yakın kılınanlar (mukarrebun)dur". (Vakıa/10) Konuyla ilgili olarak, ilmi delillerden ve ayetlerin tefsirinden anladığımız budur. Yine de Allah Teala'nm affi, iradesi ve Kadîm İlmi bütün bunların daha ötesindedir. İşlerin tümü Allah'a döndürülür. [3]
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), 4/34-38.