Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bana mahsus ve münhasır (ve en yüce) beş isim vardır:
Ben Muhammed'im ve Ahmed'im. Ben o Mâhi'yim ki Allah benim (nübüvvetim) ile küfrü izale edecektir. Ben o Haşir'im ki (kıyamet gününde), insanlar beni takip ederek haşr olunacaktır. Ben Âkib'im. Hâtemü’l-Enbiyâ'yım (Benden sonra hiç kimse, peygamber olmayacaktır.)” Bu hadîs-i şeriften de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber'in en meşhur isimlerinden ikisi, Muhammed ve Ahmed'dir. Bu iki isim, “hamd” kökünden türemiştir. Hamd; “kişinin faziletini anarak övmek” demektir. Buna göre Ahmed; “Allah Teala'yı yüksek sıfatlarıyla ve kudret eserleriyle gerektiği şekilde öven kişi” demektir. Muhammed ise; “fazilet ve iyilikleri anılarak övülmüş kişi” demektir. “Öven Ahmed, övülen Muhammed'dir” ifadesi, bu iki ismin anlamını daha iyi açıklar. Kadı lyaz diyor ki: “Rasûlullâh, Muhammed olmazdan evvel Ahmed idi. Diğer bir deyimle insanlar, Hz. Peygamber'i övmeden önce o, Allah'ı yüksek sıfatlarıyla övmüştür. Bu cihetledir ki, Peygamberimizin Ahmed adı, geçmiş peygamberlerin kitaplarında zikredilmiş, Muhammed adı ise, Kur'ân-ı Kerim'de verilmiş olup, her ikisi de en güzel iki isimdir.” Hiç şüphesiz Peygamberimizin mübarek isimleri bunlardan ibaret değildir. Peygamberimiz çeşitli isimlerle anıla gelmiştir. Bunları, bin adedine vardıranlar olduğu gibi, üç yüze ulaştıranlar ve “Esmâü'1-Hüsnâ” adedince, bunlardan 99 adedini seçip zikredenler de vardır. Ancak yukarıda mealini verdiğimiz hadiste, beş ismin özellikle zikredilmesinin sebepleri şunlar olabilir: 1. Bu beş ismin, daha evvelki peygamberlere indirilen Mukaddes Kitaplarda mevcut olması ve geçmiş ümmetlerin bu isimleri tanımış olması. 2. Bu beş ismin, işaret ve delalet ettiği yüce manalar itibarıyla Rasûlullâh'ın en yüksek isimleri olması. Şunu da ifade etmek gerekir ki, hadis-i şerîfteki beş adedi, daha çok sayıyı reddetmez. Peygamber Efendimizin “Muhammed” adı, aşağıdaki meali verilecek ayet-i kerimede geçmektedir: “Muhammed (s.a.v.), Allah'ın Peygamberidir.” (Fetih, 29) “Ahmed” adı ise, Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyetinde geçmektedir: “Meryem oğlu İsâ: (Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın tarafından size gönderilmiş bir peygamberiyim) demişti.” (Sâf, 6) Peygamber Efendimizin, Kur’ân-ı Kerim'de Geçen İsimleri Peygamber Efendimizin, Kur’ân-ı Kerim'de başlıca şu isimlerle anıldığı görülüyor: “Muhammed (Fetih, 29), Ahmed (Sâf, 6), Rasûl (Bakara, 285; Nisâ, 13), Nebî (Enfâl, 64; Tevbe, 61, 73), Şâhid (Fetih, 8; Nahl, 89), Mübeşşir (Sebe, 28), Beşîr (İsrâ, 105), Nezîr (Hacc, 49), Münzir (Ra’d, 7), Dâî ilallâh (Ahkâf, 31), Sirâcün Münîr (Ahzâb, 46), Raûfü’r-Rahîm (Tevbe, 128), Musaddik (Âl-i İmrân, 81), Müzekkir (Ğâşiye, 21), Müzzemmil (Müzzemmil, 1), Müddessir (Müddessir, 1), Abdullâh (Cinn, 19), Kerîm (Hâkka, 40), Hakk (Zuhrûf, 29), Mübîn (Zuhrûf, 29), Nûr (Mâide, 15), Hâtemü’n-Nebiyyîn (Ahzâb, 40), Rahmeten li’l-âlemîn (Enbiyâ, 107), Hâdî (Rûm, 53; Neml, 81), Tâ-hâ (Tâ-hâ, 1), Yâsîn (Yâsîn, 1), Emîn (Tekvîr, 21), Kademe Sıdk (Yûnus, 2), Nebiyy-i Ümmî (A‘râf, 157) ” Ayrıca delalet ettiği anlam bakımından Necmü’s-Sâkıb (Târık, 3), Sırât-ı Müstakîm (Yâsîn, 4), Urvetü’l-Vüskâ (Lokmân, 22) ve Ni‘met (Kalem, 2) deyimlerinin de Kur'ân-ı Kerîm’de Rasûlullâh'a ad olarak zikrolunduğunu söyleyenler vardır. Yukarıda sıralanan isimlerden bazıları bir ayette, bazıları birkaç ayette; bazıları ise pek çok ayette geçmektedir. Her birinin, “Muhammed ve Ahmed” isminde olduğu gibi, işaret ettiği derin manalar vardır ve bu manalar, sevgili Peygamberimizin îfa ettiği yüksek vazifenin birer cihetini sembolize ederler. Mesela; insanlara İslâm gibi bir dini müjdelediği için “Beşîr ve Mübeşşir” denilmiştir. Allah'ın birliği ve ümmetin fiillerine şahadet ettiği için “Şâhid” denilmiştir. İnanmayanları, Allah'ın azabı ile korkutması dolayısıyla de “Nezîr-Münzir” adı verilmiştir. İnsanları ve cinleri, Allah yoluna -hak yola- davet ettiği için “Dâî ilallâh”, tebligatı ile şirkin karanlığı gidip îman nuru ortalığı aydınlattığı için “Siracün Munîr”, Hz. Musa ve İsa'ya inzal olunan Mukaddes Kitapları tasdik ettiği için, “Musaddik”, nasihatçi-öğütçü olması itibariyle “Müzekkir”, halkı irşât ve insanlığı ıslah için kalkıp hareket etme ve gayretle yürüme zamanının geldiğini hatırlatmak üzere, ilahî hitaba muhatap kılındığı için “Müddessir”, kulluğunu ifade ve tevazuunu işar için “Abdullah”, insanlığın saadeti için gönderilmiş saygıdeğer, şerefli bir peygamber olduğu için “Kerim”, bıkıp usanmadan ilahî hakikatleri ve İslâmî esasları insanlara anlattığı, açıkladığı için “Hakku’l-Mübîn”, etrafını ilahi nurla aydınlatması itibarıyla “Nur”, adeta mühürleyerek kendisinden önceki peygamberlerin kutsal gayretlerini tasdik etmesi ve son peygamber olması yani, peygamberlik müessesesinin kendisiyle sona ermesi bakımından “Hâtemü’n-Nebiyyîn” denilmiştir. Her iki dünyada saadete vesile olacak Dîn-i İslam'ı tebliğ etmesi ve bütün insanlığın bundan yararlanabilmesi, bütün akıl sahiplerinin bununla kurtuluş yoluna girmesi imkanı mevcut olduğundan, “Rahmeten l'il-âlemîn”, hidayet edici, yol gösterici, gidilecek yolu öğretici manalarında “Hâdî”, ümmetinin hidayetini isteyen bir peygamber olması ve her çeşit pisliklerden arınmış olarak Allah'ın kullarını, ilahi hükümleri kabule teşvik edici olması anlamında bir hitap olarak “Tâ-Hâ”, keza bu şekilde bir hitap olması bakımından “Yasin”, her bakımdan güvenilir olması, vahyi tebliğde kusursuz olması, vazifesini gereği gibi yapması itibariyle “Emîn”, ümmetine şefaatçi olması itibariyle “Kademe Sıdk”, ona ve tebliğ ettiği esaslara uyanlar, en sağlam bir kulpa sarılmış olacaklarından “Urvetü’l- Vüskâ”, insanlığın mutluluğu için en doğru yol olan İslâm'a insanları davet ettiği için “Sırât-ı Müstakîm”, hidayet ve irşadıyla -yıldızların karanlığı aydınlattığı gibi - insanın iç ve dış dünyasını saran karanlıkları nurlandırdığı için “Necm-i Sâkıb”, okuyup-yazma bilmediği halde ilmin bütün inceliklerine ve kemâlâtına vakıf olması itibarıyla “Ümmî”, ilahi bir taltif manasıyla bir teşvik hitabı olarak: “İşin çok önemlidir, kalk! Gizlenme! Hakikati tebliğde zayıf davranma!» manasında “Müzzemmil”, akıllılık, gayretlilik, güzel ahlak, dünyevi ve uhrevi saadet sebebi olan bütün güzel vasıflarla, Rabbânî bir mevhibe neticesinde donatılan ve bu haliyle insanlık için büyük bir nimet olması itibarıyla da “Ni'met” denilmiştir. Yukarıda yaptığımız kısa açıklamalar, Peygamberimize ait isimlerin, en bilinen yaygın işaret ve delaletleridir. Yoksa bu mübarek isimlerin, Nebiyy-i Muhterem Efendimiz (s.a.v.)’in vazife ve hizmetleri incelenerek tecellileri göz önüne alınırsa, sayısız açıklamaları olacağını kabul etmek gerekir. Kur'ân-ı Kerîm'de işaret edilen isimler arasında “Raûfu’r-Rahîm» ismi özel bir öneme sahiptir. Zira bu isimle Cenâb-ı Hakk, ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'i, hiçbir peygambere nasip olmayacak derecede yüksek bir ilahi iltifata eriştirmiştir. Bilindiği gibi Rauf ve Rahîm isimleri, Cenâb-ı Mevlâ'nın kendi ilahi zatına ait iki isimdir. Dolayısıyla bu isimleri ona vermekle, sevgili Peygamberimizi kendi zât-ı ilâhisine ait isimlerle tavsif buyurmuş olmaktadır. Bu isimlendirme ve tavsifte, büyük bir tekrîm-i ilahî vardır. Resûlullâh (sav.), müminlerin hepsi için lütuf ve ihsan edicidir; Peygamber (s.a.v.), ilahî ahlak ile ahlaklanmış olduğundan, iman edenlere çok düşkündür; onların menfaatini ister, onlara hiçbir zarar ulaşmasını arzu etmez, onların üzerine titrer. Aynı şekilde tebliğ ettiği din de müminler için rahmettir. (Tevbe, 128)