``Benim dünya ile ne işim var? Ben dünyada yolculuğu sırasında bir ağaç altında gölgelenen, sonrada oradan geçip giden bir yolcu gibiyim.´´(İbn Mâce, Zühd 409) Zühd dünyaya karşı tavır koymaktır. Mâsivâdan yüz çevirip Allah’a yönelmektir. Tasavvufun Allah sevgisine engel olan dünya alâkasını kalpten çıkarıp, gönlü Allah’a yöneltme özelliğine dikkat çeken bazı mutasavvıflar , onu zühd olarak görmüşlerdir. Tasavvufi telâkkinin zühd olarak ortaya çıkışı nazar-ı itibara alındığında bu görüşün yanlış olmadığı anlaşılır. Kronolojik esasa göre ilk tasavvuf tarifi yapan Ma’ruf Kerhi’nin (ö.200/815) tanımı da zühd anlayışına uygundur: “Tasavvuf hakikatleri almak, insanların elindekinden ümid kesmektir.”
Zühd, tasavvufun gerçekleştirmeyi amaçladığı rûhi olgunluğa götüren bir vasıtadır, bizzat gaye değildir. Bu yüzden tasavvufu sadece zühd diye tarif etmek eksik olur. Kur’an’da zühd kelimesi bir yerde ve ism-i fâil vezninde geçmektedir. “Zaten onlar Yusuf hakkında zâhid idiler, O’na değer vermezlerdi.”(Yusuf 12/20) Kur’an’da, dünyadan kesilip tam anlamıyla Allah ‘a yönelme manasında “Tebettül” kelimesi kullanılmıştır. “Her şeyden kesilerek tam anlamıyla Allah’a yönel.”(el-Müzzemmil,73/8) Kur’an’da pek çok âyet-i kerimede dünya hayatının geçiciliği ve çekiciliği anlatılmış (1), insanların kandırılmaması istenmiş(2), önemsizliği ve ahiretin daha önemli ve hayırlı oluşuna dikkat çekilmiş(3), dünya hayatının aslâ ahiret hayatına tercih edilmemesi emredilmiş(4), dünya hayatına karşılık ahiret hayatının verilmesinin ağır bir azâbı gerektireceği bildirilmiş(5), mal ve evlat dünya hayatı, iyi ameller ise âhiret hayatı olarak değerlendirilmiştir(6).
Âyetlerde genellikle dünya hayatı ve ona meylin yerilerek âhiret hayatının öğülmesinin sebebi, insanda fıtri olan dünya sevgisini firenlemek ve kulluk şuurunun kaybolmamasını sağlamaktır. Hz. Peygamber’in hadislerinde da zühd öğülmüş ve zühdün en güzel örnekleri kendi hayatlarında görülmüştür. Nitekim bir hadis-i şerif var ki tasavvufi anlamdaki “zühd” kavramını özetlemiş gibidir. Bir sahabi gelip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sorar: “Ya Rasûlallah bana öyle bir amel göster ki, onu işlediğim zaman beni hem Hakk, hem de halk sevsin. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur:”Dünyaya karşı zahid ol ki Allah tarafından sevilesin. İnsanların elindekine karşı zahid ol ki, onlar tarafından sevilesin.”(7)
Hz. Peygamberin bundan başka dünya hayatına değer vermemeyi öğütleyen pek çok hadisi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Altına, gümüşe, kumaşa ve abaya kul olanlar helâk oldu. Böyleleri kendilerine bir şey verilince razı olurlar,verilmeyince kızarlar.”(8)
Hz. Peygamber(s.a.v) bir gün elini Hz. Ömer(r.a)’in omzuna koyarak: Dünyada ya garip bir insan gibi, yada yolcu gibi ol.” buyurur.(9)
Bir başka hadisinde “Dünyanın Mü’minin zindanı, kâfirin cenneti” olduğunu haber vermişlerdir.(10)
Abdullah b. Amr diyor ki: “ Allah Rasûlü bir gün bize uğramıştı. Biz de oturduğumuz kulübeyi tamirle meşguldük. Bize ne yaptığımızı sordu. Biz de “yıkılmak üzere olan evimizi onarıyoruz” dedik. Bize “Eceliniz daha yakın” buyurdu”(11)
“Uhud dağı kadar altınım olsa borcumu ödemek için alacağım miktar müstesnâ, kalan kısmının, üzerinden üç gün geçmeden elimden çıkmasını arzû ederdim.”(12)
ibn Mes’ûd’un haber verdiğine göre Rasûl-i Ekrem bir gün hasırın üzerinde uyumuş ve hasır mübârek vücudunda izler bırakmıştı. Bunun üzerine: “Hasırla aranıza bir şeyler serseydik” diyen sahabilere: “Benim dünya ile ne işim var? Ben dünyada yolculuğu sırasında bir ağaç altında gölgelenen, sonrada oradan geçip giden bir yolcu gibiyim”(13) buyurmuştu.
Hz. Peygaber(s.a.v)’in evinde günlerce ateş yanmaz, bir çorba bile pişmezdi. Üç günden fazla üstüste karnını doyurduğu olmazdı. Yiyecek bir şey bulursa yer değilse oruca niyet ederdi. Bazen açlıktan karnına taş bağladığı bile olurdu. Nitekim Hz. Ömer (r.a) : “Ben Rasûlullah’ın bütün bir gün açlıktan kıvrandığını ve karnını doyurmak için adi bir hurma dahi bulamadığını gördüm” derdi.(14)
Allah Rasûlü vefat ettiği zaman arkasında ne altın, ne gümüş ne de cariye bırakmıştı. Sadece binmekte olduğu beyaz bir katırla, silâhı, birde yolcular için vakfettiği bir arazisi kalmıştı. Hatta vefâtı sırasında bir vesk arpa karşılığı zırhı bir Yahudide rehindi.(15)
Allah Rasûlü ömrü boyunca zahidane bir hayat yaşadı. Yünlü, pamuklu, yamalı, yamasız, ne bulduysa onu giydi. Ne bulduysa onu yedi. Pabuçlarını, elbiselerini kendisi yamadı. Merkebe bindi, koyun ve keçilerini bizzat sağdı. Zengin-fakir herkesle el sıkışıp görüştü. Kilim üzerinde uyudu. Zevcesi Hafsa validemiz anlatıyor: “Bir kilimi ikiye katlar da ona yatak yapardık. Bir defasında dörde katlamıştık da gece namaza kalkamamış ve altına ne serildiğini sorarak her zamanki serginin serilmesini talep etmiş, istirahatı ile fazla mesgul olunmasından hoşnut olmamıştı.(16)
1 Âl-i İmrân, 3/185.
2 Lokmân, 31/33.
3 en- Nisâ, 4/77
4 en-Nâziât, 79/38
5 el-Bakara, 2/86
6 el-Kehf, 18/46
7 İbn Mâce, Zühd 1.
8 Buhâri, Cihad 70; Rikak 10; İbn Mâce, Zühd 8
9 Buhâri, Rikak 3; Tirmizi , Zühd 25.
10 Müslim, Zühd 1.
11 Müslim, Zühd 1; Tirmizi, Zühd 16
12 Buhâri, İstikrâz 3.
13 İbn Mâce, Zühd 409
14 Müslim, Zühd 36
15 İbn Sâ’d , Tabakât, I,408
16 Tirmizi, Şemâil, s.261.
------------------------