Allah Teala'yı hakkı ile takdir eden alimler, Allah Teala'ya dünyevi çıkarlarını koruması, maksatlarına ulaşmalarını sağlaması için tevekkül etmezler. Onlar tevekküllerinde arzuladıkları takdirin gerçekleşme sini, istemedikleri hükümlerin değiştirilmesini, Allah Teala'nın sabık iradesinin kendi akıllarına uygun hale getirilmesini, Allah Teala'nın kullarını sınamak ve imtihan etmek için vazettiği sünnetlerini kendileri için değiştirmesini şart koşmazlar.
Tevekkülün, onların kalplerinde bundan çok daha büyük bir değeri vardır. Böyle alimler, bu tür basitlikleri sergilemeyecek derecede tevekkülün mahiyetini akleder ve bilirler. Eğer bir arif, söz konusu zaaflardan birine kapılarak tevekkül ederse, tevbe etmesini gerektiren büyük bir günah işlemiş sayılır. Onun bu tevekkülü, masiyetten başka bir şey değildir.
Alimler, nasıl cereyan ederse etsin, Allah Teala'nm hükümlerine karşı nefislerini sabretmeye, kalplerini de rıza göstermeye zorlayan kimselerdir. Bir adam, Malik b. Enes'e (ra), 'Ey Ebu Abdullah! Ben Kabe'nin örtülerine sarılarak her türlü günahımdan tevbe ettim ve gelecekte de Allah Teala'ya karşı masiyette bulunmamaya yemin ettim' dedi. Malik (ra), kendisini azarlayarak şunu söyledi: Yazıklar olsun sana! Hakkında hükümlerinin geçerli olmaması üzere Allah Teala'ya karşı yemin etmenden daha büyük bir günah olabilir mi?
Ulemadan bir zat, hikmet ehlinden birine şu beyiti okumuştu: ' .Kazayı cari gördüğümde ki, onda şüphe ve kuşku olmaz Yaratanıma bihakkın, tevekkül eder, kendimi kazaya teslim ederim. Onlar, Allah Teala'ya itaatleri sebebiyle, O'nun hoş görmediğini mekruh saymışlardır. Bu, Allah Teala'ya duyulan sevgiden, O'nun hükmüne değer vermekten dolayı duyulan bir kerahettir.
Onların, Allah Teala'nm takdirini mekruh görmeleri sözkonusu değildir. Çünkü, Allah Teala'ya, 'hoş görmediğini niçin takdir ettin, takdir ettiğini niçin mekruh gördün' deme hakları yoktur. Allah Te-ala, onların bu tür sözlerine muhatap olmayacak kadar Yüce, Ulu ve Korkutucu'dur. Gerçek tevekkül sahipleri, Allah Teala'nm takdi-rindeki hikmeti bilir ve O'nun hükmüne karşı sabrederler.
Allah Teala'yı layıkıyla bilen alimlerin tevekkülü, O'nun tevekkül edenleri sevmesinden, işlerin Zatına havale edilişini hak etmesinden ve Kendine teslimiyeti vacip kılmasından dolayıdır. Çünkü, Allah Teala İlk Vekil ve en yüce Kefirdir.
Alimler, Allah Teala'nm şu buyruklarım iyi bilmektedirler: "Allah her şeye vekildir". (Zümer/62); "Sonra, Arş'a istiva etti, işi O tedbir eder. O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez". (Yunus/3) Yine onlar Allah Teala'nm şu buyruğunu da çok iyi kavramışlardır: "Yakin sahibi bir kavim için Allah'tan daha güzel hüküm veren var mıdır?" (Maide/50) Alimler, bu şuura varmak için O'nun şu ayetini de iyi akletmişlerdir: "Allah hüküm verenlerin en iyisi değil midir?" (Tin/8)
Ulemanın bu şekilde tevekkül etmelerinin bir sebebi de; Allah Teala'nm tevekkülü emretmiş, özendirmiş ve imanın hakikati için gerekli kılmış olması da olabilir. Çünkü onlar, Allah Teala'nm şu buyruğunu gayet iyi bilirler: "De ki; sizi gökten ve yerden kim rı-zıklandırıyor? Ya da o gözlere ve kulaklara kim sahiptir?.. Emri kim düzenleyip yönetiyor?" (Yunus/31); "Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah Teala'ya ait olmasın". (Hud/11); "Gökte de rızkınız ve size vadedilenler vardır". (Zariyat/22)
Allah Teala, başka bir ayetinde de kendi Zatı üzerine yemin ederek şöyle buyurmuştur: "Eğer müminler seniz Allah Teala'ya tevekkül edin". (Maide/23) Alimler Allah Teala'dan haya ettikleri, gizli kuşkuları gideren bir imana sahip oldukları, Allah Teala'yı töhmet altına koymaktan sakınmaları ve O'na olan inançlarının sağlamlığından dolayı tevekküle daha çok yönelmişlerdir.
Ulemadan bazıları, bu hususların tamamını gözeterek tevekkül etmiş iken, bazıları da bunların bir kısmım gözeterek tevekkül etmişlerdir. Her kulun tevekkülü Allah Teala'yı tanıdığı sıfattan kaynaklanır. Aynı şekilde tevekkülden her sapış da, kulun yaşadığı zaaftan kaynaklanır.
Herkes Allah Teala'ya yakınlığı oranında itatte bulunur. O'na yaklaşanlar da ilimlerinin elverdiği ölçüde yaklaşabilirler. Kulun ilmi de gaybi oluşumu bilmesi miktarında olabilir. Dolayısıyla ilim, Allah Teala'nm kula olan inayeti oranında artan bir fazilettir. Bunun arkasından ise kaderin sırrı gelir. Bu noktaya ulaşan her kul, şahitliğinin vecdinden kaynaklanan makam ve halini müşahade ettiği gibi muamelelerinin karşılığını da görür. I Allah Teala, dilediği kullarının derecelerini artırır. İnsanlar, O'nun katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir. Onlar için Rableri katında selam yurdu, yani cennet vardır. Allah Teala da j^aptıklan ameller sebebiyle onları dost edinmiş-tlir. Cennet, o insanlar için birleştirici bir yurttur. i Ama o yurdun sakinleri de, dünya yurdunda olduğu gibi farklı derecelere sahiptirler. Allah Teala onları, veli edinme ayrıcalığı ve güzel amellerinin sebep olduğu güzel dostluklar sebebiyle melekû-tunun ulvi derecelerine yükseltir. Allah Teala, dilediği kulunu Kendi için seçer ve yakaranlara Kendi yolunu gösterir.
Havass içerisinde Allah Teala'yı yüceltmek ve ululamak için tevekkül edenler vardır. Yine onlar arasında, Allah Teala'nın sözünün doğruluğundan dolayı vaadine duyduğu imanla tevekküle yönelenler de vardır. Bunlar, tevekkülleri sayesinde Allah Teala'nın vaadettiğini sanki almış gibi davranırlar. O da, bu hususta şöyle buyurmaktadır: "Kim, vaadine Allah'tan daha çok bağlıdır?" (Tev-be/111); "O'nun vaadi muhakkak ki yerine gelecektir". (Meryem/61) Havastan kimileri de Allah Teala'nm yücelik ve azametine şahit olmalarından dolayı kapıldıkları teslimiyetle O'na tevekkül etmişlerdir.
Kimileri mallarını muhafaza etmesi için tevekkül ederken, kimileri de korunmasını istediği şeylerin korunması ve malının sakınılması için tevekkül etmiştir.
Kimilerinin tevekkül sebebi, Allah Teala'yı iyi tanımasından kaynaklanan şahitliğini yerine getirmek iken, kimilerinin ki de muamelesinin güzelliğinden dolayı O'na duyduğu teslimiyet hissidir. Kimisi Allah Teala'nm tedbirinin güzelliği ve takdirinin sağlamlığı sebebiyle işini O'na havale ederken, kimileri de tevhidi ve Allah Teala'nm kayyûmiyetine olan şahitliğinin icabı sonucu O'na tevekkül etmektedir.
Bütün bunlar, Allah Teala'ya yakınlık ve O'nu tanımaktan kaynaklanan evliya ve Allah dostlarına mahsus vecd ve yollardan ibaret hususlardır. Bunların bazıları, makam bakımından diğerlerinden daha üstündürler. Bu müşahedelerin bir kısmı da, Allah Teala'ya daha yakın ve daha yüksek görünmektedir.
Bunların en ulvisi, Allah Teala'yı yüceltmek ve ululamak için tevekkülde bulunan kimsenin müşahedesidir.
Ortancası, O'na duyulan sevgi ve korku tesiriyle tevekkülde bulunan kimselerin müşahedesidir.
En alttaki ise Allah Teala'ya teslimiyet göstermek ve O'na sevimli görünmek için tevekkülde bulunan kimselerin müşahedesidir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi avamın tevekkül şekilleri arasında ariflerin belirtmekten dahi haya ettikleri tevekkül türleri vardır. Onlar kalplerini ve kafalarını bu tür tevekkülden arındırırlar. Bu, Allah Teala'ya kalben tevekküldür.
Havassın seçkinleri olan sıddıklarm tevekkülünü daha önce de açıklamamıştık. Çünkü bu, akıl sahiplerinin anlayamayacakları ve yazılı kitaplara emanet edilemeyecek bir tevekkül şeklidir. Zira bu kitaplara inkarcıların ve cahillerin bakması mümkündür. Allah Teala'yı hakkıyla arif olanlar, O'nun kendisi için sevdiği yere dahil olur, kendi sıfatı için övdüğü hususlara rağbet ederek o sıfatı kazanmak için çabalarlar. Böylelikle Allah Teala'nm övgüsüne maz-har olarak O'na bir yakınlık ve katında bir muhabbet kazanırlar.
Tevekkül Hakkında Başka bir Açıklama : Tevekkül sahibinin tevekkülünü zedelemeyen şeylerin başında rızkını, Rabbinden dilemesi gelir. Tevekkül sahibi kul, dünyevi işler ve ahiret sevabı noktasında Rabbinden niyazda bulunabilir. Bunun şartı, talep edilen şeyden başka bir şeyi kasdetmemiş olmasıdır.
Kul, işlerini Allah Teala'ya havale etmiş olsa bile, O'nun icabetini bilmeye muhtaç olabilir. Allah Teala'nm vermesi, o kimseyi Allah Teala'nm zikrinden alıkoyacaksa, O'nun icabeti engelleme ve uzaklaşma şeklinde olacaktır. Çünkü hayır, kulun bilmediği şeyde gizlidir.
Kulun istemediği bir şey, Allah Teala'nm bildiği güzel sonuç sebebiyle daha hayırlı olabilir. Kulun aklettiği acil çıkar ve menfaati onun için hayırlı olmayabilir. Bu durumda kula düşen; Hakim-i Mutlak'm hükmüne teslim olmak, Paylaştırıcı'nm kendisi için Ayırdığı paya rıza göstermektir.
Tevekkül eden kul, Rabbinden dünyevi zenginlik, ihtiyacı olmayan mal, kalbinin İslahına uygun olmayan bir şey veya Rabbine yaklaştırıcı olmayan bir fiil niyaz ettiğinde, zühdden uzaklaştığı oranda tevekkülün hakikatinden de uzaklaşır. Eğer kul, Allah Teala'yı zikretmek suretiyle O'ndan istekte bulunmaktan sakınırsa, Allah Teala kendisine isteyenlerin daha üstünde rızık verecektir.
Kul, Vekil olan Allah Teala'dan duyduğu haya ile sükut ederse, Allah Teala kendisine yeter. Sonuçta da bu yeterliliğe şahit olarak tasarrufların tamamına rıza gösterir. Bu, kayyumiyetin müşahede edilmesinden doğan yüzleşme makamı olup mukarrebun zümresi için sözkonusu olan bir haldir.
Tevekkül sahibinin, rızkını aramaya yönelmesi, onun tevekkülünü ihlal etmez. Çünkü insan, zayıf ve muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır. Onun, muhtaç olduğu bilinen bir rızkı vardır. Bilinen rızık (=rızk-ı ma'lûm); kullara pay edilmiş olan rızık, başka bir ifadeyle kısmettir.
Kulun, kendi payına düşen kısmetine yönelmesi, asıl itibarıyla bu taksimi yapan Allah Teala'ya yönelmesidir. Rabbine yönelen kimse ise, O'nun tarafından şereflendirilir. Kul, eğer fazlalığa yönelir ve kanaatten ayrılırsa, veya adet olanı ister, ya da birşeyi vaktinden önce talep eder, veya onun vaktinden geç gelmesini hoş görmezse tevekkülünü zedelemiş olur.
Bu tür bir yaklaşım, kulun zühdüne de zarar verir. Rızka yönelmek ve onun beklentisine girmek mubah olsa da, zikrettiğimiz hususlar tevekkülü zedeler. Alışverişte bulunmak, hastalıktan kurtulmak için tedavi olmak gibi davranışlar, her ne kadar rızka yönelme ve şifa ümit etmeyi ihtiva ediyorsa da, Selef ulemasının bunları tevekkülü zayıflatan hususlar olarak tesbit ettiklerini bilmekteyiz.
Sahabe ve Selef-i Salih, tedavi olanları tenkit etmişlerdir. Onlara göre tedavi, kulu tevekkülün hakikati ve zühdden uzaklaştırmaktadır. Ama sözkonusu kimselerin tevekkülleri için de belli dereceler sözkonusudur. Kulların, amelleri sebebiyle uhrevi karşılık beklemeleri, onları tevekkül dairesinden çıkarmaz. Çünkü Allah "eala onları buna teşvik etmiş ve onlar için mendub görmüştür.
Ancak bu tür bir beklenti içinde olmak, kulu İhlasın hakikatine dahil etmediği gibi, tevekkül ehlinin sıddıklarma verilen ulvi derecelere de yükseltmez. Kul, bulunduğu hal mikdarınca bir sevaba nail olur. Fakat bu hali kendisini muhibbanın ihlasma dahil etmediği gibi, mukarrebunun derecelerine de yükseltemez.
Tevekkül, dünya hakkında zühd sahibi olmakla sıhhat kazanır. Zühdün başı, harama rağbet etmemektir. Kulun tevekkül hallerinin başı, günlük gıdasında Allah Teala'ya tevekkül etmek, sonra da Ölümsüz Hayy olan Allah Teala'nm hükümlerine karşı sabırlı olmaktır.
Tevekkülün en üst derecesi; hükümlere teslimiyet ve hayırda yarışmada O'ndan razı olmaktır. Bu da nefsi bir kenara atmak ve Allah Teala ile meşgul olup yalnız O'nu severek nefsi tamamen unutmak suretiyle mümkün olabilir.
Tevekkülün hakikati, Vekil Teala'nm kudret elini müşahede etmekle ortaya çıkar. O'nun kudret eli ortaya çıktığı zaman, diğer ellerin tamamı gözden kaybolur. İşte bu noktada, Allah Teala'ya nazlanarak tevekkül edersiniz. O da sizin tevekkülünüzü kabul buyurur. Sonra O'na teslim olursunuz, O da sizi selim kılar.
O size, elzem bir sıfatla tecelli ettiğinde, hüküm sizi Hakim'e dönmek zorunda bırakabilir. O sıfat da, sizi Vekil'e teslim olmaya zorlayabilir. Hâkim Teala, sizi dilediği hükme uymaya zorlayabileceği gibi, lehinizde ve aleyhinizde dilediği ve istediği taksimi de yapabilir.
Tevekkülünüzün en üst derecesi, O'ndan haya ederek tevekkül etmeniz ve O'nun güzel takdiri ile, Zatı'nı tevekkülünüze şahit tut-manızdır. O, sizi Kendinden gayrisine havale etmemiş, Zatı'ndan başkasına döndürmemiştir. Her halükârda, ya sabretmenizi, ya işleri O'na havale etmenizi, ya O'na teslim olmanızı, ya da O'ndan razı olmanızı gerektirecek bir takdirde bulunabilir.
Sizi, kendiniz için planlar yapmaktan kurtardığı gibi, kendi takdir ve temennilerinize önem verme kaygısından da muaf tutabilir. "Kim Allah Teala'ya tevekkül ederse, Allah ona yeter". (Talak/3) Ayette geçen 'Hasb' kelimesi, 'Hasîb^Hesap eden, hesaba çeken' anlamına gelir.
Allah Teala, bunu istediği gibi ve dilediği şekilde yapar. Ayetin başka bir tefsirinde ise, kula yetenin tevekkül olduğu ve tevekkü-
lün makam olarak diğerlerini gerektirmeyecek bir derece olduğ_ söylenmiştir. Başka bir tefsirde ise, Allah Teala'nm tevekkül salibine, başkalarına muhtaç etmeyecek şekilde yeteceğinin kasdedŞ-diği söylenmiştir.
Allah Teala, bunu bütün müslümanlara açıklayıp cemaati teselli ederek de şöyle buyurmuştur: "Allah, emrini yerine getirendir" (Talak/3) Yani, O'nun hükmü, kendisine tevekkül eden hakkında da, etmeyen hakkında da, muhakkak surette yerine getirilecektir. Ancak tevekkül eden kuluna, dünya ve ahiret tasalarını giderme noktasında Allah Teala yeter. O'na tevekkül etmeyen kulun kısmeti ise, sivrisinek büyüklüğü kadar olsun arttırılmayacaktır.
Tevekkül edenin rızkı da, zerre mikdarı eksiltilmeyecek, fakat O'nun hidayet etmesi sayesinde istikameti artacak, takvası sebebiyle yakini imandaki makamı yükseltilecek ve Allah Teala'nm iz-zetiyle yücelecektir. O'na tevekkül etmeyenlerin yakini imanları eksiltilecek, tasa ve kaygıları arttırılacaktır. Bu da onun aklını dağıtacak ve düşüncesini sürekli meşgul edecektir.
Allah Teala, kendisine tevekkül eden kulun günahlarına kefaret edecek, rıza, muhabbet ve yeterliğini ondan esirgemeyecektir. Allah Teala, tevekkülünde sadık olanlara bunu taahhüt etmiş ve işlerini en güzel şekilde Rabbine havale eden kullarına korumasını bahsetmiştir. Ancak tercih ve yerine getirmenin şekliyle ilgili bilgi yalnız O'na aittir.
O, kulunun koruma ve yeterliliğini, dünyevi ve uhrevi konularda dilediği yer, zaman ve şekilde sağlar. Bunlar, kulun bilmediği yerlerden gelebilir.Çünkü kul, mevcuttur. Hükümler, dünya ve ahi-rette onun üzerinde cari olur. O, fakir olduğu gibi, her iki yurtta da lütuf, rahmet ve şefkate muhtaçtır. Allah Teala, Ganî ve Hamîd, yani kimseye ihtiyacı olmayan ve övülendir. O, ilk defa yaratan (=Mübdi') ve sonra tekrar diriltecek olan (=Mu'îd)'dir.
Ebu Muhammed Sehl'e, 'Kulun tevekkülü ne zaman sahih olur?' diye sorulmuştu. Şu karşılığı verdi: Rabbinin tedbirinin, kendi tedbirinden daha hayırlı olduğunu bildiği zaman. Çünkü Rabbinin ona bakışı, kulun kendi kendine bakışından daha güzeldir. Bu şuura eren kul, olup biten üzerinde düşünmeyi ve henüz olmamış şeyleri temenni etmeyi bırakarak planlar yapmayı terkeder. İşlerin sonu Allah Teala'ya döner ve O, her işinde hamd ve şükre layık olandır.
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), III/125-131.