Bil ki, şu dünyaya dalan, onun süsüne aldanan ve şehvetlerine aşırı derecede muhabbet eden kimsenin kalbi, hiç şüphesiz ölümü zikretmekten gafil kalır. Hatırlatıldığı zaman da hoşlanmayıp ondan tiksinir. Onlar, Allah'ın (c.c) haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra siz görüleni ve görülmeyen her şeyi bilen Allah'a döndürüleceksiniz; O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir." (Cum‘a 62/8)
İnsanlar üç kısımdır:
• Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar.
• Pişman olup yeni tövbe edenler.
• Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseler.
Dünyaya ve şehvetlerine dalanlar, ölümü hiç akıllarına getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da dünyada yapamadıkları şeyler için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar.
Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, hatırlaması onu Allah'a yaklaştırmaktan daha çok uzaklaştırır.
Pişman olup tövbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tövbe etmesinin manası tam yerine gelsin diye ölümü sıkça anar. Bazen o, daha azığını hazırlamadan ve tövbesi tamam olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması bakımından mazur görülür. Bu kişi Rasûlullâh (s.a.s) Efendimizin:
"Kim Allah'a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez." (Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 17; Tirmizî, Cenâiz, 68; Nesâî, Cenâiz, 10; ibn Mâ-ce, Zühd, 31) hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve Allah'a (c.c) kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurlarından dolayı Allah'a kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları söylemektedir.
Bu kişinin durumu, sevgilisinin razı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mana ile Allah'a (c.c) kavuşmayı kötü gören biri sayılmaz.
Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alâmeti, onun ölüm için daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba dâhil olur.
Manevî kemâlâtını tamamlamış arif kimseye gelince o dâima ölümü hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu arifler çoğu zaman ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkâr kimselerin doldurduğu bu dünyadan kurtulup âlemlerin rabbine kavuşmak için ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabeden Huzeyfe (r.a) vefatının son anlarında şöyle demiştir:
"Dost (ölüm), bana fakirlik halimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık duyan iflah olmaz. Allah’ım! Muhakkak sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de yaşamımdan bana daha sevimli idi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da sana kavuşayım."
Günahlarından tövbe edip Allah'a güzel amellerle kavuşmak arzusunda bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, arif kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır.
Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah'a havale eden, nefsi için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi Mevlâ’sı için en sevimli olanıdır. Böyle bir kimse ileri seviyedeki sevgi ve muhabbetinin çokluğundan dolayı rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef budur.
Her halükârda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaya başlar. Zira artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlar, dünyanın lezzeti gider. İnsana dünyanın lezzet ve şehvetlerini acılaştıran her şey aslında onun için bir kurtuluş sebebidir.
İmâm-ı Gazzâlî, Ölüm-Kabir-Kıyamet