Kur’an ve sünnetten ilham alınarak tesis edilen; kalbi temizleme, nefsi terbiye usulüne “Tasavvuf” adı verilmektedir…
Hicri 3. asırdan sonra kurucularının manevî ilham ile sistemleştirdiği tarikler inkişaf etmiştir. Bir benzetme yapmak gerekirse; Kur’an ve Sünnet bir bereketli arazi, tasavvuf bu arazideki büyük bir meyva bahçesi, çeşitli tariklerde bu arazideki renk tat, şekil ve kokuları farklı da olsa aynı toprak ve sudan beslenen ağaçları temsil edebilir.
Kaynaklarda bildirildiği üzere tasavvuf yolunun ana konusu Cenab-ı Hakk’ı zikretmektir. Bu hususta Hz. Ebû Bekr Sıddîk (r.a) Efendimizin zikir usulü olan zikr-i hafiyi (gizli zikir) benimseyen, tercih eden tasavvuf büyükleri tarîk-i hafi usulünce insanları terbiye ve irşad etmişler; Hz. Aliyyü'l-Mürtezâ (r.a) Efendimizin zikir usulü olan zikr-i cehriyi (Sesli zikir) tercih eden tasavvuf büyükleri ise Tarik-i cehri usulünce talibleri irşad etmişlerdir.
Her tarik kurucu Pîrinin ismine veya sistemine göre isim almıştır…
Cehri tarikatlerden; Kâdiri, Halveti, Celveti, Rufai, vb. Hafi tarik olarak ise Nakşilik zuhur etmiştir.
Bu tarikler birbirine karıştırılmamalıdır. Her birinin usulü farklıdır. Kiminde halvet vardır, kiminde riyazet vardır, kiminde burhan, kiminde semâ vardır. Bunlar kurucularının terbiye metodlarıdır. Her yiğidin bir yoğurt yeme tarzı olduğu gibi, mana erlerinin de terbiye usulleri farklılık arzedebilir. Örneğin; Halvetiye tarikinin kurucusu Ömerü'l-Halveti (k.s); halveti, yani tenhada zikirle meşgul olmayı, nefsini belli bir süre insanlardan uzak tutarak bir nevi itikafta bulunmayı severdi. Bu usulün müridlerine daha faydalı olacağını düşünerek dervişanını bu usulle yetiştirirdi. Bu sebebden tarikine Halveti (Halvet ehli) denmiştir. Celvetiye ise Üftade Hz.leri (k.s) tarafından kurulmuş fakat kemal devrini Aziz Mahmud Hüdai (k.s) devrinde yaşamış bir tariktir. Bu tarik ise celvette yani insanların arasında bulunup dervişliği sürdürmeyi seçmiştir. Manevi aşk ve vecd halinde semâ eden Hz.Mevlana (k.s), semâ usulünü müridlerine göstermiş bu tarz da Mevleviliğe has olarak kalmıştır. Zamana ve zemine göre bu usuller sürdürülmüştür. Bazı zamanlara göre yapılması kolay olan riyazat, çile vb. usuller sonradan bazı meşayıhlar tarafından kendi tarikinde uygulanmamıştır. Bazı tariklerde zikir def kudüm gibi aletlerle yapılmış bazılarında bu yapılmamıştır. Örneğin Kadirilik'te bu uygulama yoktur.
Tarikat adına çıkıp, silsilesi belirsiz, yol iz bilmez, nâ ehil kişilere bakarak tasavvuf ve tarikatleri değerlendirmemelidir. Şeriatsiz tasavvuf ve tarikat olmaz...
Bazı tarikler kıyâmen (ayakta) bazıları kuûden (oturarak) zikrederler. Temel nokta Kur’an’dır, Sünnettir. Bunların dışında bir yol ve usul tutanlara tarikat bile denmez ancak bedbahtlık ve sapıklık denir. Bazı tarikatlar kuruluşundan birkaç asır sonra bozulmuşlardır. Bazıları da takdir-i İlahi devam edememiştir. Ülkemizde yaygın olan hak tarikler, Kadirilik, Nakşilik, Rufailik, Halvetilik, Uşşâkilik olarak kalmışlardır. Diğerleri zaten tarih seyri içerisinde incelendiğinde Anadolu'ya girmemiştir.(Sühreverdi, Kübrevi, Şazeli, Desuki, Çeşti…)
Özetle; her tarikin ayrı bir özelliği vardır ve bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Usullerde farklılık olsa da temelde hepsi birdir. Girişteki misaldeki gibi; her ağaç aynı toprak ve suyla beslenir ama elmaya armut denmez, kiraza kayısı denmez. Son zamanlarda buğdayla samanda birbirine karıştırılır oldu. Yani hak tariklerle, tarikat adına ortaya çıkan sapıklıklar birbiriyle aynı kefeye koyulur oldu. Bu azim bir hatadır. Gerçek tarikatler Kur’an ve Sünnetten zerre miktarı ayrılmazlar. Ayrılanlar zaten bu temiz yollardan ayrıdırlar, uzaktırlar.
Allah (c.c) bizleri hak olan tarikimizden ayırmasın...
ÂMİN…
MÜRİDAN