Kudüs 15/636 yılında İslâm ordusu tarafından kuşatılmıştı. İslâm elçileri, şehir halkına silahlarını bırakmaları yönünde telkinde bulununca Kudüs’ün hâkimi olanlar, ancak Halife’nin teslim almaya gelmesi halinde şehri teslim edebileceklerini belirttiler. Bunun üzerine vakit geçirilmeden vaziyet, Hz. Ömer’e bildirildi.
Hz. Ömer, haber kendisine gelir gelmez meseleyi istişare etti ve yerine Hz. Ali’yi bırakarak Kudüs’e doğru hareket etti. Ancak hareketinden evvel Suriye bölgesindeki İslâm ordusu kumandanlarına yerlerine vekil bırakarak kendisini Câbiye köyünde karşılamalarını emretti. Ebû Ubeyde, Yezid, Hâlid ve Amr b. el-As Hazretleri ile Hz. Ömer, Câbiye’de karşılaştılar. Hz. Ömer’in sade bir kıyafeti ve altında sade koşumlu bir atı vardı. Kumandanlar ise, süslü - sırmalı elbiseler giyinmişlerdi. Altındaki atların koşumları da öyleydi. Hz. Ömer, durumu görünce hiddetlendi. Onların bu kıyafete bürünmelerini tenkit ederek: “İnşaallah kıyafetleriniz gibi, fikir ve kanaatlarınız da değişmemiştir” demişti. Kumandanlar, bundan müteessir olarak şöyle dediler: “Ey mü’minlerin Emiri! Bu bir kuru gösterişten ibarettir. Üzerimizdekilerden, silâhlarımızdan başka, eşya olarak bizi ilgilendiren ve derinden kendine bağlayan bir şey yoktur, bundan emin olmalısınız, biz umduğunuz ve beklediğiniz İslâm kumandanlarından başka kimseler değiliz, fikirlerimiz ve İslâmî anlayışlarımız değişmemiştir.”
Hz. Ömer, kumandanların kendilerini savunma sadedinde söyledikleri sözlerini dinledikten sonra rûhen rahatlamış, huzura kavuşmuştu.
Hz. Ömer, kumandanları süslü-sırmalı elbiseler altında gördüğünde atından inerek el hareketleriyle jest ve mimikleriyle tenkidini yapmıştı. Hz. Ömer’in bu değişmeden, son derece rahatsız olduğu anlaşılmaktadır. Ama elbiselerden ziyade cihad âleti olan kılıçların kendilerini ilgilendirdiğini söylemeleri üzerine Halife, yeniden eski huzuruna avdet etmiş bulunuyordu.
Hz. Ömer, kumandanlarıyla şehri teslim alma şartlarını görüştü, şehir eşrafından bâzıları da gelmişti, kendileri cizyeye rıza gösteriyorlardı. Muâhede şartları konuşuldu ve yazıldı. Kudüs ileri gelenleriyle beraber karşılıklı olarak imzalandı. İslâm kumandanları da, şahit sıfatıyla imzaladılar. Bu andlaşmada bölge ahalisine tanınan haklar, Hz. Ömer devrinde zimmîlere tanınan hakları belirleme açısından önem taşımaktadır. Bu andlaşmada bölge ahalisinin “can, mal ve din dokunulmazlığı” garanti altına alınmış oluyordu, bu teminatın devamlılığını sağlayacak görevliler de şehre bırakılıyordu. Hiç şüphesiz bir toplumun mutluluğu, bu üç hakkın kendisine korkusuzca sunulmasıyla mümkündü.[1]
Şiblî, Hz. Ömer’in Medine’den Kudüs’e hareketini anlatırken der ki: “Acaba okuyucular, Hz. Ömer’in Medine’den hareket eden alayının debdebe ve ihtişamına dair ayrıntılı bilgi beklerler mi? Böyle bir ümidi bekleyen okuyucular, hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Çünkü Hz. Ömer, yanında çadır bile götürmemişti; bandolar, alaylar, maiyetler vs. tertip etmemişti. Kendisini muhâcirûn ve ensârdan ancak birkaç kişi uğurlamıştı.”[2] Câbiye’de bir tepeden etrafı seyreden Hz. Ömer, çevrenin yeşil mer’alarını ve muhteşem binalarını görünce: “Nice bahçeleri, pınarları, ekinleri, güzelim konakları, zevk ve safa içinde yüzdükleri nice nimetleri bırakıp gittiler...”[3] âyetini ibretle okumuştu.
İslâm ordusu kumandanlarının Câbiye’den Kudüs’e hareket edildiğinde ahalinin halifeyi görmek isteyeceği mülâhazasıyla yeni elbiseler giyinmesini ve yeni bir ata binmesini teklif ettikleri, fakat bunu reddeden Hz. Ömer’in şöyle dediği rivayet olunur: “Cenâb-ı Hak, müslümanlıkla bize en büyük şeref bahşederek lütfuna eriştirmiştir. Bu, bize, şeref olarak yeter. Kendi şahsımız içinse, sadeliği tercih ederiz...”
Halife Ömer, Medine’den çıkarken giyindiği sade kıyafetle Kudüs’e girip Mescid i Aksâ’yı ziyaret etti, Hz. Dâvud’un mihrabına varınca onun münâcâtından bahseden Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini okudu, sonra şükran secdesine kapandı. Nihayet şehrin turistik önemi olan yerlerini birer birer gezip gördü, tetkik etti. İslâm ordusu kumandanları arasında toplantı yaptı, onlara gerekli emir ve tavsiyelerde bulundu. Ayrıca şehirde bir de mescid yapılmasını emrederek Medine’ye döndü. [4]