Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah Rasûlü (s.a.s) bunu açıklamadı. Nitekim Allahu Teâlâ, Peygamberimize şöyle buyurdu:
“Ve sana rûhtan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 85)
Bundan fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allâhu Teâlâ’ya, ait şeylerdendir ve âlem-i emirdendir. O âlemden gelmiştir:
“Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir O’nundur” (A‘râf, 54) buyruldu.
Âlem-i halk başkadır, âlem-i emr başkadır, ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şeye “âlem-i halk” denir. “Halk” kelimesinin lügatte asıl manası ölçmektir. Hâlbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz. Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek, diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem âlim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkânsızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşamadığı hâlde bu ruh mahlûktur, yaratıktır. Takdir, yaratmak manasına geldiği gibi, halk kelimesi de yaratmak manasına gelir. O hâlde, bu manada yaratıktır. Diğer manada ise, âlem-i emirdendir. Çünkü âlem-i emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.
O hâlde, ruha kadîm [ezeli] diyenler yanılıyor. A‘raz [sıfat] diyenler de yanılıyor. Çünkü a‘razın kıyamı [ayakta durması, varlığı] kendi ile değil, tâbi olma şeklindedir. Ruh ise insanın aslıdır. Bütün kalıp, ona uymaktadır. Nasıl a‘raz olabilir?
Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh [can] derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir. Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allâhu Teâlâ’yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu, ne cisim, ne a‘razdır, belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye [açıklamaya], uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur. Başlangıçta tutulacak din yolu mücâhededir [nefis mücadelesidir].
Bir kimse şartlarına uyarak mücâhede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hâsıl olur. Kimseden dinlemesine lüzum kalmaz. Bu marifet Allâhu Teâlâ’nın buyurduğu şu hidâyet cümlesindendir:
“Rızâmızı isteyip, zahir ve bâtın düşmanlarla cihâd edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidâyet ederiz.” (Ankebût, 69)
Mücâhedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücâhededen önce, kalbin askerini bilmek lâzımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.
İmam Gazalî, Kimyâ-yı Sa‘âdet