Muridan
Pirimizin Şahsiyeti

Pirimizin Şahsiyeti

Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı.

Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zat gelmişti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti.

Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konuşur, çok sükut eder, konuştuğunda gayet cazib, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz. Din hususunda asla taviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerim ve lütufkar kimse olamaz." kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tövbe etti. Köleleri satın alıp, azad ederdi. Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Ambarında helalden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi:

"Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi.

Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler. Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi. Gönüllerini hoş etti.

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, Allahü teâlâya dua ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı. Buyururdu ki:

"Sıkıntıda olan bir kimse beni vesile edip Allahü teâlâya yalvarsa derhal sıkıntısı gider. Şiddet anında her kim benim ismimi ansa derhal rahata kavuşur. Abdülkadir Geylani’nin hürmetine diyerek, her kim Allahü teâlâdan dilekte bulunursa, derhal işi görülür."

Bir defasında; "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık." buyurdular.

Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünya ruh, alem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen değişir. Bu itibarla sonra gelenler önce gelenleri daima tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici değildir. Dinin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri itikadın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgul olduklarından sapıtmışlardır.

Duası makbul idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada azab içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin. Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır." dedi. Bunun için sana geldim. Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun." dedi. Abdülkadir Geylani hazretleri sükut buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece babasını rüyasında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azab içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi nedir?" diye sordu. Babası; "Şeyh Abdülkadir bana dua etti. Allahü teâlâ onun duası hürmetine beni azaptan kurtardı." dedi.

Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu.

Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi.

Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi.

Bir kadın, çocuğunu Abdülkadir-i Geylani hazretlerine getirip; "Oğlumun kalbini size tutulmuş gördüm; bana hizmetinden onu azad edip, size getirdim." dedi. Şeyh hazretleri bu genci yanına aldı. Ona nefsin istemediklerini yapmasını emretti. Tarikatta süluke başlattı. Bu şekilde devam ederken, bir gün annesi çıka geldi. Oğlunu, az yemek ve uyumak sebebiyle, zayıf ve sararmış, arpa ekmeği yer halde buldu. Bu hal ona dokundu. Çocuğunu bırakıp, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin yanına girdi. Şeyh hazretleri oturmuş, tavuk yiyordu. "Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise, arpa ekmeği yer." dedi. Şeyh bunu duyunca, elini, tavuk kemiklerinin üzerine koyup; "Kum bi-iznillah!" yani Allahü teâlânın izni ile kalk, diril! buyurdu. Tavuk hemen dirildi. Şeyh, kadına hitaben; "Senin oğlun böyle olduğu zaman, dilediğini yesin!" buyurdu.

Ebü'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum. Bana; "Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın." buyurdu. Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı. O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü hatırlarım.


 

Top