Eskiden anasır-ı erbaa derlerdi. Bugünkü değile dört unsur olarak aktarabileceğimiz toprak, ateş, hava ve su. Bugün dünya bu dört unsurun tehdidi altındadır.
Bize, yâni Kur’an ve hadis ölçülerine göre, bu olayların mecmuu taraf-ı ilahiden bütün insanlığa bir ikazdır. Azgınlaşan ve her türlü günahı alenen işleyenlere ve bunlara seyirci kalan Müslümanlara da bir uyarıdır. Hani nerde sizin elleriniz, hani nerde sizin dilleriniz, hani nerde sizin kalpleriniz? Bunlar toptan mı öldüler ki hâlen sessiz kalıyorsunuz? Bunları yapamıyorsunuz, buğzedecek bir kalbinizde mi yok? Dünya gemisi deliniyor, hâlâ duymadınız mı, görmüyor musunuz, işitmiyor musunuz?
Müslümanlar birbirleriyle uğraşıyorlar. Bir siyasi birliktelikleri yok. Müslüman gençlerimiz para karşılığında hiristiyanlaştırılıyorlar, kimsenin umurunda değil. Eh Avrupa birliğine gireceğiz, bu kadar da olmalı diyorlar. Tamam, İslam kimseleri zorla, tehditle veya kılıç kuvvetiyle inanmaya zorlamaz. Bunu tarih de Müslüman devletler icraatlarıyla göstermişlerdir. Yıllardan beri ilim ve irfan yuvaları İmam Hatip Mektepleri kapatılmış, Kur’an Kursları susturulmuştur. Eğer Avrupa Birliği Meselesi ise, nerde eşitlik anlayışı. Efendim Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Müslüman ülkeden olan çalışanlar orada camiler açıyorlar, dini vecibelerini serbestçe yapıyorlar vesaire, vesaire..
Unutulmamalı ki küfür tek millettir. Bu yazı kaleme alındığından bir iki gün önce Hollandalı bir yetkilinin hezeyanlarına şahit olduk. Kur’an-ı Kerim sattırılmamalı, alımı satımı yasaklanmalı, onu kimse okumamalı imiş. Neden, güya onu okuyanlar anarşist oluyormuş, zararlı oluyormuş, falan filan. Düşünüyor musun ey inançlı kardeşim, elin gavuru ne diyor? Tabi onlar kendi inançları doğrultusunda bunu yapıyorlar ve söylüyorlar. Ya bizdekiler. Asırlardan beri bitmez tükenmez din düşmanlığı, Kur’ana cephe alış, islâma saldırmalar, Müslümanları ezip yeryüzünden silme süpürme hareketleri…
İlâhi Senin nurun üflemekle söner mi
Kangren olmuş yaraya ilaç sürmek hüner mi?
Kimse boşuna uğraşmasın. Kur’an eskimeyen yeni olarak, kıyamete kadar kalacaktır. Bunu Mevlâmız Kelâm-ı Kâdiminde on te’kid ile haber veriyor. Şefaatine muhtaç olduğumuz ve bunu ümit ettiğimiz, Peygamberimiz ifade buyuruyor. O Allah’ın yerden göğe uzanan kopmaz ipidir… O’na düşman olanların Rabb-ul âlemin belini kırar.
Gelin ey İslam çizgisinden, onun doğru yolundan çıkaran sapanlar, tövbe edin, dini mübiyni islâma girin. Yaptığınız, İslâm dini dışı her davranışınız, her adımınız, müthiş bir azap, kıyamette dayanılmaz sıkıntı ve çile olacak unutmayınız. Saldırganlık size hiçbir şey kazandırmaz. Haklı olmak ve batılda başarılı olmak çoklukta değildir. Dünya üzerinde insanlara bakınız. Küfre nasıl koşuyorlar. Beş altı milyarlık dünya nüfusunun ancak iki milyarı müslümandır. O da şu an itibariyledir. Ya daha önce, iki yüz, üç yüz sene önce durum nasıldı düşünüyor musunuz? Veya ilk insandan beri nasıl gelişmeler olmuştur? Şeytan insanlara yaptıracağı işleri süsleyip, püsleyip, allayıp, pullayıp sunuyor. İnsanları aldatıyor, onları saptırıyor. Atasözümüzde zehri teneke kupa içerisinde sunmazlar denilmiştir. İşin dünyaya bakan kapısı bu, ya âhiret, orası nasıl diye sormalıyız. Cennete girecek insanların bir deve üzerindeki tüylerin sadece küçük bir noktası kadar olecağı haber veriliyor. Ve o müthiş azap merkezi kükrüyor, korkunç bir şekilde haykırıyor; “Hel min mezid” daha yok mu, daha yok mu, diyor.
İfade buyuruluyor; Cehennem âhiret senesi itibariyle, kâfirler için hazırlanmak üzere bin sene yakıldı. Ateşi kızıl bir ateş haline dönüştü. Tekrar bin sene daha yakıldı akkor halini aldı. Bundan sonra bin sene daha yakıldı, simsiyah katran halinde bir alev deryasına dönüştürülmüş oldu.
Bunlar tüylerimizi ürpertmiyor, beynimizde düşünce ve fikirlerimizi dondurmuyor mu? Ne demek, âhiret yılı itibariyle üç bin sene yakıla yakıla kâfirler, münafıklar için hazırlanmış bir cehennem. Oradan çıkış ve kurtuluş yok. Mevlâ buyuruyor, “LABİSİYNE FİHİ EHKABA - Orada asırlar boyu kalıcıdırlar.” Ahiret senesi dünya seneleri gibi de değil. Dünyadaki elli bin sene âhiretin sadece bir günüdür unutmayalım. Aman Allahım ne korkunç durum. Cenab-ı Allah bizleri muhafaza buyursun ve bizlere hidayet verdikten sonra delalete düşürmesin. Vaadinde hulfetmeyen, gücü her şeye yeten Rabbimiz buyuruyor; “LA YEZÛKÛNE FİHA BERDEN VE LÂ ŞARABA - Orada asla ne bir serinlik ve nede içecek bir şey tatmayacaklardır.” Muhtelif diğer ayetlerde Onlar susadıkları zaman kendilerine, yine cehennemlik olan arkadaşlarının, yanmaktan dolayı kan ve irin haline dönüşmüş cesetlerinden geriye kalmış artıklar onlara verilir ve kendilerine hadi için denilir. Zakkum ağacının usaresi, sıkılmış suyu kendilerine içirilir. Zakkum ağacı neymiş, Dünyadaki zakkum ağacına benzemez. Sadece isim benzerliği vardır. Buyurulmuş, cehennemliklere içirilecek olan zakkum ağacının suyundan sadece bir damla dünya denizlerinden veya okyanuslarından birine damlatılacak olsa, dünyanın tadı bozulur, meyveler acı mı acı, sular zehir mi zehir, sebzeler meyveler, gıda olarak arpa buğday ne varsa topyekün ağza alınmayacak derecede acılaşırdı. İşte bu, anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.
Gelelim anasır-ı erbaadan suya, kuraklığın artmasına, yağmurun yağmayışına. İki ayetle ve bir hadisle konuya girmek istiyorum. Hadisten başlayayım, Sevgili Peygamberimiz beş şey, beş şeyin karşılığı olarak Cenab-ı Allah tarafından insanlara azap olarak verilir. Şu şu kötülükleri yaparsanız Allah da size şöyle şöyle kötülükler, azab ve musibetler verir. Bu afetlerin biri de susuzluk ve kuraklıktır. Şunu unutmamak lazımdır ki, kul azmayınca Mevla afet ve bela indirmez. O buyuruyor eğer bir köy (karye) ahalisi, iman ederde Salih işler yaparlarsa, biz onların üzerlerine yerlerin ve göklerin rahmet kapılarını açarız. Yani bunu şöyle de anlayabiliriz. Bir köy ahalisi imansız ve amelsiz olurlarsa, onların üzerlerine göklerin ve yerlerin rahmet ve bereket kapıları kapatılır.
Cenab-ı Allah, islâma karşı tavır koyan Mekkeli müşriklere ve kâfirlere, Mülk Suresinin son ayetlerinde; “De ki Allah beni ve benimle beraber bulunanları isterse yok eder veya isterse merhamet eder. Söyleyin bu takdirde inkarcıları can yakıcı azaptan kim alıkoyabilir? De ki suyunuz yere batarsa, söyleyin size kim temiz bir su kaynağı getirebilir.? (Mülk 28-30)
Suyun önemli olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Susuz hayat düşünülemez. Biz canlıları o şekilde halk etmiştir. Yapılan deneylere göre bir insan yaklaşık iki ay kadar yemek yemeden durabildiği halde susuz olarak yaşaması ancak bir iki gündür. Asla susuzluğa tahammül edemez ve ölür gider. Vücudumuzun yüzde yetmişi sudur. Dünyamız denizlerle çevrilidir. Yani dünyamızın da üçte ikisi sudur. Kısacası her canlı suya muhtaçtır. Ama her canlının susuzluğa tahammül oranı farklı farklıdır. Suyun iki hidrojen ve bir oksijen atomundan meydana geldiği bilinmesine rağmen, insanoğlu onu yoktan var edemez. Bu husus sadece ve sadece Cenab-ı Allah’a mahsustur. Biz insanlar her şeyi külfetsizce elde edip istifade ettiğimiz için bu nimetlerin farkında olamıyoruz. Tabii ihtiyaçlarımızdan nefes alışımıza kadar her şey sıhhatli bir beden için pek fark edilmiyor. Ne zaman bunlarda bir aksaklık olsa, o zaman kendimize geliyoruz. Bunları bahşeden, emanet olarak veren bir kudret var. O da ezeli ve ebedi olan Cenab-ı Allah dır. O Allah insanlar dünyada neye çok fazla muhtaç iseler onu bol bol tabiata bahşetmiştir. Mesela hava ve su bunlardan birkaçıdır. Altın demirden daha pahalıdır. Ama insanların demire ihtiyacı altından daha fazladır. Bir an demirin olmadığını düşünün, binaların yapımından silahlara varıncaya kadar her şey durur ve ilerleme olmazdı.
Dört unsurdan olan su dünyada boldur. Bütün canlılara yetecek kadardır. Suyu kullanamama, israf etme, inkâr ve isyan; kaynakların kurumasına, toprağın derinliklerine doğru çekilip gitmesine sebep olmuştur. Dünkü cahiliye arabına bu sorulunca, “Sizin boğazlarınızdan aşağıya kayarak giden tatlı suyunuz yerin dibine geçer ve kaybolursa onu kim geri getirecektir? Onlar cevap verdiler. Biz o suyu baltalarla, kazmalarla geri getiririz.” Ama hızları yarıda kaldı, omuzları düştü kolları yoruldu, her biri bir tarafa düşüp kaldılar.
Bu soruya mü’minin cevabı; kaybolan suyu bize tekrar iade edecek olan Allah’tır. Bunu, iman ve güzel amellerde çabuklaştıracaktır.
Şayet öyle değilse, bu susuzluklar ve şikayetler niye, yağmur dualarına çıkışlar niçindir.
Yoksa cahiliye devri inkarcıları rollerini bunlara mı devrettiler?
ZÜ'L-CENÂHEYN