Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah sevdiği kimseyi üzmez; ama tecrübe için bazı bela verir.” İman sahibi odur ki, bu bela geldiği zaman sabreder. Allah, yararsız hiç bir bela indirmez.
Bu konuşma cuma sabahı Medrese’de yapıldı.
Konuşma tarihi: Hicrî 12 Şevval 545, Milâdî 1150.
Her bela bir iyiliğin öncüsüdür. Bu iyilik ya dünya için veya âhiret için olur. İmanlı kimse belaya sabırla karşı koyar. Allah gönderdiği için razı olur. Rabb’ini itham etmez. “Niçin geldi?” diye çıkışmaz.
Mü'min, inandığı ile uğraşır. Bu uğraşmak, imanlıya belayı hatırlatmaz.
Ey dünya ile uğraşanlar, onu bırakın. Söz etmeyin. Yalnız dille konuşuyorsunuz, kalbinizle konuşmuyorsunuz. Allah'tan kaçmaktasınız. O'nun yüce kelâmını dinlemek işinize gelmiyor. Peygamber’in sözleri hoşunuza gitmiyor. Peygamber’e uyanları da tanımıyorsunuz. Hâlbuki, bunlar Allah'ın halifesi ve Peygamber’in varisleridir; sizi hiç bir şey ikna edemiyor. Nedir bu hâliniz? Kadere de inanmıyorsunuz. O kaderi yapanla da niza çıkarıyorsunuz.
Kulların verdiği ile yetinmektesiniz. Hakk'ın vergisi sizi ilgilendirmiyor. Bu durumda Hak katında sizin bir sözünüz bile işitilmez. İyiler de sizi dinlemez. Ta ki tevbe edesiniz ve bu tevbenizde de ihlâs sahibi olasınız. Yapmamayı kararlaştırdığınız yanlış işi bir daha yapmadığınız takdirde sözünüz dinlenir, hatanız bağışlanır. Bundan sonra kadere uymalısınız. Allah'ın vermiş olduğu hükümlere boyun eğmelisiniz. Bu hükümler aleyhinize bile çıksa, yine hoş karşılamanız gerekir. Gerekirse, zillete atılırsınız, aziz de olabilirsiniz. Zengin olmanız da mukadder olabilir, fakir de olabilirsiniz. Afiyet de gelir, hastalık da... Hepsi O'nun emri ile olur. Allah, yaptığının hesabını vermek zorunda değildir. Sana sevimsiz olan, O'nun için sevimli olabilir.
Ey cemaat! Uyunuz, size de uyan olur. Kaza ve kadere boyun eğin, hizmetinizi eksik etmeyin. Hükümlere razı olursanız, öyle olursunuz. Nasıl olursanız, öyle de idareciler bulursunuz. Nasıl çalışırsanız, öyle karşılık görürsünüz.
Hak, Azîz’dir, Celîl’dir. Kullara zulmetmez. Az iyiliğe çok mükâfat verir. Temiz ve doğru olan, kötü olarak anılmaz. Doğruya hiç bir zaman “yalancı” ismi verilmez.
Ey evlat! Hizmet edersen, sana hizmet edilir. Uysal olursan, kafa tutanın olmaz. Azîz ve Celîl olana hizmetçi ol. Şu dünyanın sahte sultanlarına hizmet etmekle eline ne girer? Onlar ne fayda verir, ne de zarar getirir. Şimdiye kadar, sana ne verdiler? Kendi yararlan için ne yaptılar? Hangisi ölümü geri çevirebildi? Kısmetinde olmayanı, bir tanesi sana verebiliyor mu? Hakk'ın sana nasip etmediği şeyi sana vermeye kimin gücü yeter? Ellerinden çıkan bir iyiliği çevirmek onların haddi mi? Yapabiliyorlar dersen, iman sahibi olmadığın meydana çıkar.
Bilmiyor musun, veren yoktur, alan olmaz, zarar getiren olmaz, iyilik veren bulunmaz, sonu öne, önü de sona alan yoktur; ancak bunları Allah yapabilir. Bunları bildiğini söylersen, sana sorarım: Bildiğin hâlde nasıl başkasını Mevlâ'ya tercih ediyorsun?
Yazık sana, âhireti dünya ile nasıl kirlettin? Mevlâ'nın itaatini, nefsin itaati ile nasıl karıştırdın? Halkı Hakk'a nasıl kattın? Bir yandan takva dâvası, bir yandan da Hakk'ı kullara şekva! Olur mu, yaptığını sen de beğenmedin değil mi?
Bilmez misin, Allah muttakîleri esirger. Onlara yardım eder. Kötülükleri onlardan def eder. Çeşitli bilgiler öğretir. Nefislerini tanıtır. Onların kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rızıklar verir. Allah Teâlâ bazı kitaplarında şöyle buyurmuştur:
“Ey Âdemoğlu, iyi komşundan utandığın kadar, benden de utan.”
Peygamber (s.a.v) Efendimiz de buna benzer bir hadîs-i şerif beyan eylemiştir:
“Bir kul, hata işleyeceği zaman, kapılarını kapar, perdelerini çeker, kullardan saklar; ama ona şöyle hitap edilir: Ey Âdemoğlu! Beni, görenlerin en küçüğü yaptın! Hâlbuki hepsinden önce Beni düşünmeliydin.”