Muridan
Muhabbetullâha Vesile Olan A'mâl – İmam GAZALÎ

Muhabbetullâha Vesile Olan A'mâl – İmam GAZALÎ

Ahirette hâl bakımından insanların en mesûdu, en fazla Allah’ı sevenidir. Zira ahiretin manası, Allah’ın huzuruna varmak ve O’nunla mülâki olmanın saadetini elde etmek, demektir. Muhib (âşık) uzun zaman şevkiyle kıvrandığı mahbubunun (sevdiğinin) huzuruna vardığında bulanmaksızın, hasım ve rakibi olmaksızın, sona ermesinden korkmaksızın, O’nun cemâlini ebedî bir şekilde müşahede etme imkânı bulunduğundan ötürü en büyük bir nimete mazhar olur. Ancak şu var ki bu nimet, sevgi kuvvetinin oranında verilir. Bu bakımdan muhabbet arttıkça zevk de artar. Kul, Allah’ın sevgisini ancak dünyada kazanır. Sevginin aslında, hiçbir mü’min ayrılmaz. Çünkü marifetin aslından ayrılmış değildir. Sevginin kuvveti, kalbi “aşk” diye adlandırılan istihtar raddesine vardıracak şekilde istila etmesi ise iki sebepten elde edilir:

 1. Onlardan biri, dünyanın meşgalelerini kesmektir. Allah’tan başkasının sevgisini kalpten çıkarmaktır; zira kalp, mesela kendisinden su boşaltmayınca sirkeye yer vermeyen bir kap gibidir:

 “Allah bir adamın göğsünde iki kalp yaratmamıştır.” (Ahzâb, 4)

 

 Sevginin kemâli, kalbinin tamamıyla Allah’ı sevmesindedir. Allah’tan başkasına iltifat ettikçe, onun kalbinin bir köşesi gayr ile meşguldür. Bu bakımdan Allah’tan başka şeylerle meşgul olduğu nispette Allah’ın sevgisi kalpten eksilir. Kapta kalan su nispetinde, kaba dökülen sirke eksilir. Bu tecride şu ayetle işaret vardır:

 “ ‘Allah’ de! Sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” (En‘âm, 91)

 “ Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra doğru olanlar… Onlara korku yoktur ve onlar mahzun bile olmayacaklardır.” (Ahkâf, 13)

 

 Belki o, senin Lâ ilâhe illallah sözünün manasıdır. Yani mâbud ve mahbub, O’ndan başkası yok! Bu bakımdan her sevilen mutlaka mâbuddur. O halde kul bağlanandır. Mâbud ise kendisine bağlanılandır. Her seven, sevdiğiyle bağlanmıştır.

 “Arzusunu tanrı edinen kimseyi gördün mü?” (Furkân, 43)

 “Yeryüzünde tapınılan şeylerin en iğrenci nefsin arzusudur.” (Buhârî, Müslim)

 “Kim ihlâslı olduğu halde Lâ ilâhe illâllah derse cennete girer!” (Taberânî, Zeyd ve Erkâm’dan)

  

 İhlâs’ın manası kalbini Allah için hâlis etmek demektir ki orada Allah’tan başkasına yer kalmaz. Bu bakımdan Allah, onun kalbinin mahbubu, mâbudu ve maksudu olur. Hali bu olan bir kimse için dünya hapishanedir. Çünkü dünya onu mahbubunu müşahede etmekten meneder. Onun ölümü hapishaneden kurtuluş ve mahbubun huzuruna varıştır. Acaba bir tek mahbubdan başka mahbubu olmayan ve uzun zamandan beri ona müştak olan, hapis hali oldukça uzayan bir kimse hapisten bırakılır, mahbubun huzuruna varma imkânına kavuşur ve ebediyyen emniyete vardırılırsa hali ne olur?

 Allah sevgisinin kalplerde cılızlaşmasının sebeplerinden biri; dünya sevgisinin kuvvet bulmasıdır. Aile efradının, mal sevgisinin, evladın, akrabanın, gayrimenkulün, hayvanların ve bahçelerin sevgisi dünya sevgisindendir. Hatta kuşların nağmeleriyle sevinen ve seher mevsimini hoş telâkki eden bir kimse, dünya nimetine iltifat eder ve bundan dolayı da Allah sevgisinde eksilmeye maruzdur. Bu bakımdan dünyaya ünsiyet verdiği nispette Allah’a olan ünsiyeti eksilir. Herhangi bir kimseye dünyadan bir şey verilirse, onun o nispette ahiretinin eksilmesi zaruridir. Nasıl ki bir insan doğuya ancak zarurî olarak batıdan uzaklaştığı nispette yaklaşır, kuma olan hanımlardan birinin kalbi ancak kumasının kalbinin daraldığı zaman ferahlar işte ahiret ile dünya da kuma gibidir. Onların ikisi doğu ile batı gibidir. Bu durum, kalp sahiplerine gözle görülenden daha açık bir şekilde inkişaf etmiştir. Dünya sevgisini kalpten sökmenin yolu, zühd yoluna girmektir. Sabra yapışmak, korku ve umut gemiyle bu iki şeye çekilmektir. Bu bakımdan daha önce zikrettiğimiz tevbe, sabır, zühd, havf ve recâ gibi makamlar, mukaddime ve basamaklardır. Onlar sevginin iki temelinden birini kazanmak için kurulurlar. O kazanılması istenilen temel de kalbi Allah’tan başka her şeyden boşaltmaktır. Onun evveli Allah’a iman, son güne, cennete ve cehenneme inanmaktır.

 Sonra bundan korku ve ümit filizlenir. Korku ve ümitten de tevbe ve sabır filizlenir. Sonra bu, dünya, mal, mertebe ve dünyanın bütün lezzetlerinden insanı çeker ki bütün bunlardan sadece Allah’ın marifetinin ve sevgisinin genişliği nispetinde kalp genişlesin. Bu bakımdan bütün bunlar kalp temizliğinin basamaklarıdır. Kalbin temizliği ise, muhabbetin iki rüknünden biridir.

  

 Hz. Peygamberin şu hadîsi ile buna işaret vardır:

 “Temizlik imanın yarısıdır!” (İmam Ahmed, Müslim, Tirmizî)

  

 2. Sevginin kuvvetlenmesi için ikinci sebep, Allah marifetinin kuvveti, o kuvvetin genişlemesi ve kalbi istila etmesidir. Bu da kalbi, dünyanın bütün meşgale ve mânilerinden temizledikten, sonra olur. Tıpkı yeri fuzulî otlardan temizledikten sonra tohum ekildiği gibi... Bu da ikinci yarıdır. Sonra bu tohumdan muhabbet ve marifet ağacı biter. Bu ağaç da darb-ı mesel olarak Allah Teâlâ’nın belirttiği güzel kelimedir.

 “Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Hoş bir kelime, kökü yerde sabit, dalları gökte olan hoş bir ağaca benzer.” (İbrâhîm, 24)

 “Güzel söz O’na çıkar, salih amel onu yükseltir.” (Fâtır, 10)

  

 Salih amel, bu marifetin güzelliği ve hizmetkârı gibidir. Salih amel önce kalbi dünyadan temizlemekle, sonra bu temizliği devam ettirmekle olur. Bu bakımdan amel, ancak bu marifet için istenilir. Amelin keyfiyetini bilmek, amel için istenir. O halde ilim hem evvel, hem âhirdir. Önce muamele ilmi gelir. Muamele ilminin hedefi ameldir. Muamelenin gayesi; kalbin temizliğidir ki bu yüzden kalpte hakkın tecellisi görünsün, marifet ilmiyle süslensin. Marifet ilmi mükâşefe ilmidir. Bu marifet ne zaman hâsıl olursa, zarurî olarak arkasından muhabbet ve sevgi gelir. Nasıl ki mizacı normal olan bir kimse, güzeli görüp zâhiri gözüyle idrâk edince, onu sever, ona meyleder, o sevdiğinde zevk hâsıl olur. Zevk ise zarurî olarak sevgiye tâbidir. Sevgi ise, marifete tâbidir.

 Bu marifete, ancak dünya meşgalelerini kalpten söktükten sonra varılır! Bu da ancak saf düşünce, daimî zikir, zirveye varan çalışma, Allah’ın sıfatlarına, göklerin melekûtuna ve diğer mahluklara daimî bakışla temin edilir. Bu mertebeye varanlar kuvvetli ve zayıf diye iki kısma ayrılırlar. Kuvvetlilerin ilk mertebesi; Allah için olan marifetleridir. Sonra Allah vasıtasıyla gayrisini tanırlar. Zayıfların da ilk marifetleri fiilleriyledir. Sonra ondan faydaya terakki ederler. Birincisine, şu ayetle işaret vardır:

 “Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 53)

 “Allah kendinden başka tanrı olmadığına şahitlik etti.” (Âl-i İmrân, 18)

  

 Zünnûn-i Mısrî bu noktadan bakmıştır ki kendisine:

 “Rabbini ne ile tanıdın?” diye sorulunca,

 “Rabbimi, Rabbimle tanıdım! Eğer Rabbim olmasaydı Rabbimi tanıyamazdım!” cevabını vermiştir.

  

 İkincisine de şu ayetlerle işaret vardır:

 “Biz onlara enfüste ve âfakta ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) hak olduğu kendilerine iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 53)

 “Göklerin, yerin melekûtuna ve Allah’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp ibret almadılar mı?” (A’râf/185)

 “Göklerde ve yerde olanlara bakın, de!” (Yûnus, 101)

 “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O azizdir, gafûrdur. O, yedi göğü birbiri üzerine tabaka tabaka yarattı, Rahman’ın yaratmasında bir uygunsuzluk görmezsin. Gözü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kez daha döndür (bak). Göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) umudu keserek hor ve bitkin bir halde sana döner.” (Mülk, 2-4)

  

 Bu yol çok kimseler için en kolay yoldur. Sâlikler için en geniş yoldur... Kur’an düşünceyi, tefekkürü, ibret almayı ve Allah’ın kuvvet ve kudretine delâlet eden ayetlere bakmayı emrederken çoğu kez bu yola davet eder.

 

 İmam GAZALÎ, İhyâ, IV, Muhabbet Bahsi

Top