Bakmak ve görmek ayrı şeylerdir. Herkes bakar, fakat herkes göremez. Etrafımızda ve daha önemlisi kendimizde nice hasletler var, fakat biz bunlardan bihaberiz. Bu kâinat bir kitaptır, okuyabilenlerden olalım inşallah.
Âyet-i Kerime mealinde:
“Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?” (Zâriyât, 20-21) buyrulmuştur.
Her an elimizin altında olan nice nimetler var ki biz bunların şükründen gafiliz. Evet. Güneşin kıymetini karanlıkta kalan, suyun kıymetini çölde susayan bilir, anlar. Yediklerimize bir bakalım. Çeşit çeşit meyvelerle yüklü ağaçlar. Aynı suyu, aynı havayı, aynı toprağı alıp nasıl da farklı meyveler veriyorlar. Kendi başına yapabilseler hepsi aynı tip olmaz mıydı? Şu ayet mealini okusak da anlasak:
“Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Rad, 4)
Rabbimiz (c.c.) bizlere bunları haber veriyor:
“O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz). Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.” (Enam, 99)
“Böylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz.” (Mü’minûn, 19)
“İncire ve zeytine and olsun.” (Tin, 1)
Kısaca bunca meyve; ambalajlı, dalında bize sunulmuş. ‘Ye, iç ama nankörlük etme!’ denilmiş.
Bunlar gıda bölümü. Bir de suyu düşünelim. İçimi tatlı olan, boğazdan kayıp giden, vücudumuzun temel ihtiyaçlarından su. Nerden gelir, nasıl gelir? Hiç zahmetsiz içtiğimiz su ne büyük nimettir. Gelin yine ayet meallerine bakalım. En güzel söz Allah’ın (c.c.) kelâmıdır.
“O Allah ki, gökleri ve arzı yarattı ve gökten su indirdi. Arkasından onunla, sizin için rızk olarak, ürünler çıkardı. Ve O, emriyle denizde yüzen gemileri, sizin yönetiminize verdi. Ve Irmakları da sizin kullanımınıza sundu.” (İbrahim, 32)
“O (Allah) ki, gökten su indirdi, sizin için içecek ondan, ağaç ondandır, (hayvanlarınızı) onunla sularsınız. Onunla (suyla), sizin için ekinler, zeytinler, hurmalıklar, üzümler ve ürünlerin her türlüsünden bitirir. Muhakkak bunda, tefekkür eden bir kavim için ayetler vardır.” (Nahl, 10-11)
“Siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Sizler mi, onu yağmur bulutundan indiriyorsunuz, yoksa onu indiren Biz miyiz? Şayet dileseydik onu tuzlu kılardık, teşekkür edenlerden olmalı değil miydiniz? (Vakıa, 68-70)
“Hakkı örtenler görmedi mi, muhakkak gökler ve arz bitişik (aynı) idi, o ikisini ayırdık. Ve her canlı şeyi sudan kıldık (yarattık), hala iman etmiyorlar mı?” (Enbiya, 21-30)
Düşünelim;
Peki, ya bu su bir gün çekiliverirse! İçecek suyu nerden buluruz, temizlik yapacak su nerden bulunur? Bakarken görüp, görürken düşünelim.
“Bakmıyorlar mı? Biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz, onunla ekin çıkarıyoruz ki, ondan, kendileri ve hayvanları yesinler. Görmüyorlar mı?” (Secde, 27)
“De ki: ‘Görmüyor musunuz, şayet suyunuzu, arz (yeryüzü) yutsa, akarsuyu (su kaynaklarını) size kim getirecektir?’ “ (Mülk, 29-30)
“Biz, gökten belli bir miktarda(ölçüde) su indirdik ve onu Arz'da iskân ettik. Şüphesiz Biz, onu (kurutup) gidermeye kadiriz.” (Mü’minûn, 18)
Bunlar sadece gıda bölümü. Şu yeryüzünün sabit durması, sallanmaması için çakılan dağlar, içindeki madenler, rüzgârlar… Hele de gece ile gündüz!
Hz. Âîşe (r. anhâ) şöyle demiştir:
“Allah Rasûlü (s.a.s.) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı.
Gözlerinden akan yaşlar sakallarını ve secde esnasında yerleri ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilâl (r.a.): ‘Ya Rasûlallah! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde, sizi ağlatan nedir?’ deyince O: ‘Bu gece Yüce Allah bir ayet indirdi. Beni bu ayet ağlatmaktadır’ dedi ve şu ayeti okudu:
“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır.” (Âl-i İmrân, 3/190)
Ondan sonra Rasulullah (s.a.s.): “Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan, düşünmeyen kişilere yazıklar olsun” buyurdu.
Bu ayette, tefekküre davet edilen akıl sahiplerinin durumunu açıklayan bir sonraki ayetin meâli de şöyledir:
“Onlar ki Allah’ı kâh ayakta divan durarak, kâh oturarak, kâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: ‘Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!’ “ (Âl-i İmrân, 191)
Şimdi bir daha düşünelim. Bunca nimete karşılık biz ne yapıyoruz? Ne yapmalıyız?
Gündüz çalış, gece dinlen diye bize bunları yaratan Rabbimizi tenzih ederiz. O’na (c.c.) sonsuz hamdolsun. Tabii gündüzde de, gecede de ibadet edip bunca nimete şükretmek kulluğumuzun gereklerindendir. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz sabahlara kadar ibadet ederdi de ‘neden böyle yapıyorsun?’ diyenlere “Şükreden bir kul olmayayım mı?” buyururdu.
Şükredelim. Gavsu’l-Âzam Pîr Abdulkâdir Geylâni (k.s.) Hz.leri şükür hakkında buyururdu ki:
“Şükür, nimetin sahibini bilmek, bunu dil ile ikrar edip, kalb ile de tasdik etmektir.”
En büyük nimet ise iman, İslam nimetidir. Ümmet-i Muhammed (s.a.s.)’den olmak ise apayrı bir lütuftur. Sağlık bir lütuftur. Nimettir. Namaz, oruç, hac, zekât bir nimettir. Zikreden kullardan olmak çok büyük bir nimettir.
“Geceyi bir örtü, gündüzü geçiminiz için çalışma zamanı kıldık. “ (Nebe', 9, 10, 11)
Göz vermiş bize görüyoruz, kulak vermiş işitiyoruz, ağız vermiş yiyor, konuşuyoruz, nefes almamıza yarayan burnumuz vb. Bütün bu âzalar hayvanlarda da var. Peki, bizi onlardan farklı kılan nedir? İşte bunların hakkı, Hakk’ı gören göz, gerçeği işiten kulak, Allah’ı (c.c.) zikreden ağız. Bunca nimeti tefekkür eden akıl nimeti de apayrı bir olay.
Söz uzanır ger kalanın der isem.
Bu konunun sonu gelmez, nimetler sayılamaz. Nankörlükten Âlemlerin Rabbi Allah’a (c.c.) sığınırız. Ye, iç, giyin, gez. Ama kulluğunu, bunları sana vereni unutma. İsyan etme. Konumu iki ayet mealiyle tamamlıyorum. Allah’a (c.c.) verdiği tüm nimetlerinden dolayı sonsuz sınırsız hamd ü senâlar olsun. Habîbi (s.a.s.) Efendimize ve pak, temiz âl-i ashabına (r.anhüm ecmeîn) hesapsız salât ve selam olsun.
“Beni zikrediniz, anınız ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve küfre sapmayın.” (Bakara, 152)
“O, İstediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 34)