Bütün edepler Resûlullah Efendimiz'den (s.a.v) alınıp öğrenilir. Çünkü O, zahirî ve batınî bütün edeplerin kaynağıdır. Allahu Teâlâ, O’nun Mi'rac'da ilâhî huzurdaki güzel edebini şu âyetiyle haber vermektedir: “(Huzurumuzda) onun gözü (başka şeylere) kaymadı, haddi de aşmadı.” (en-Necm 53/17)
Bu, sadece Resûlullah Efendimize (s.a.v) nasip edilmiş çok ince bir edeptir. Bu âyetle Allahu Teâlâ Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) mübarek kalbinin (Hakk'a) yönelme ve (Hakk'ın dışındaki şeylerden) yüz çevirme halindeki itidal ve dengesini haber vermektedir.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v), yüce Allah'tan gayri şeylerden yüz çevirerek, tamamen yüce Mevlâ’ya yönelmiş, bütünüyle yerleri, dünyanın zevk ve nimetlerini, semaları, âhiretin zevk ve nimetlerini geride bırakmış; yüz çevirdiği bu şeylere dönüp bakmamış, onları terk edip elinden kaçırmasından dolayı kendisinde hiçbir üzüntü hali de meydana gelmemiştir. Allahu Teâlâ bu güzel hali Kur'an'da şöyle ifade buyurmuştur:
“Elinizden gidene üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdikleriyle sevinmeyesiniz diye her şey ilâhî bir ölçüyle takdir edildi.” (Hadîd 57/23)
Bu ayet, bütün müminlere hitap etmektedir; hüküm herkes için geçerlidir.
“Onun gözü (başka şeylere) kaymadı” ayeti ise, bu umumi hitabın ötesinde, özel olarak Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) halini haber vermektedir.
“Onun gözü (başka şeylere) kaymadı” ifadesi, Efendimizin (s.a.v) iki güzel halini bize bildirmektedir. Bunlardan birisi, Yüce Allah'tan gayri her şeyden yüz çevirmesi; diğeri de sadece O'na yönelmesidir.
Hz. Resûlullah Efendimiz (s.a.v), “Kabe Kevseyn” makamında kendisine gelen manevî varidat ve ihsanları almış, sonra da Allahu Teâlâ'nın azamet ve celâli karşısında hayâ ederek, edeple gözlerini öne eğmiş; bunca ihsan ve iltifatlar karşısında taşkınlık yapıp haddi aşmasın diye nefsini tam bir zillet ve fakirlik haline bürümüştür. Gerçekten, kendisini zenginlik ve bolluk içinde görünce taşkınlık etmek nefsin bir sıfatıdır.
Allahu Teâlâ nefsin bu sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu insan kendini yeterli ve zengin görmekle azgınlık edip haddi aşar.” (Alak 96/6-7)
Ayrıca nefis, ilâhî ihsanların ruh ve kalbe gelişi anında, onları gizlice dinlemek ve o arada kendi hesabına bazı şeyler çalmak ister. İlahî lütuflardan azıcık bir şey elde edince de, kendisini yeterli görüp haddi aşar. Haddi aşması onu, ileri derecede rahatlık ve serbestliğe götürür; hâlbuki bu hal, ilâhî lütufların daha fazla gelmesini engeller. Bu durumda nefsin haddini aşması, kabının darlığından dolayı, gelen feyzi ve verilen ihsanları taşıyamamasındandır.
Hz. Musa'da (a.s), yukarıda “Onun gözü (başka şeylere) kaymadı” ayetinde anlatılan durumun bir yönü gerçekleşmiştir.
Hz. Mûsâ (a.s), ilâhî huzurda bulunduğu anda güzel edebinden dolayı terk edip geride bıraktığı şeylere iltifat etmedi, onlara karşı bir üzüntü duymadı; fakat kalbi ve ruhu ilâhî ihsanlarla dolunca, nefsi gelen varidata gizlice kulak verip kendisi için alabileceği manevî paya ve nasibe göz dikti. O andaki manevî ihsanlardan payını alınca; kendisini müstağni/zengin ve yeterli gördü. Gelen varidat onu tamamen doldurup kapasitesini aşınca, aşırı sevinçten haddini aşarak,
“Rabbim! Cemâlini göster de bakayım!” dedi; fakat bu talebi kabul edilmedi ve daha fazla manevî şeyleri elde etmeye sabır ve sebat gösteremedi. Böylece Allah'ın habibi/sevgilisi Hz. Muhammed (s.a.v) ile Allah'ın Kelimi/özel kelâm ettiği Hz. Mûsâ (a.s) arasındaki fark ortaya çıkmış oldu.
Sehl b. Abdullah et-Tusterî demiştir ki:
“Resûlullah (s.a.v), ilâhî huzurda nefsinin gördüğüne ve müşahede ettiğine dönüp bakmadı; çünkü O, bütün varlığı ile yüce Rabbini müşahedeye yönelmişti; o makamda kendisine tecelli eden ilâhî sıfatlardan zuhur eden şeyleri müşahede ediyordu.”
Bu sözü iyi düşünen bir kimse, bizim açıkladığımız şeylerle Sehl'in sözünün birbirine uygunluk arzettiğini görür.
En iyisini yüce Allah bilir.