Muridan
Dâru's-Siyâde

Dâru's-Siyâde

Seyyidler için, onların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmış olan “Dâru's-Siyâdeler”de yalnız seyyidler misafir edilirdi. Misafirlikleri müddetince her türlü ihtiyaçları karşılanırdı. Seyyidlere yapılan ikram, ihsan, iyilik ve ihtiyaçlarını görmek Allah ve Rasûlullah namına ve Rasûlullah'ı memnun etmeye yönelikti.

 

"Dâru's-Siyade", "Nakîbu'l-Eşrâflar"(1) ve Seyyidler için, ilk kez Müslüman bir devlet olan İlhanlılar zamanında yaptırılan medreselere benzer taş binalara verilen isimdir. "Seyyidlik Evi" demektir.

I. Dâru's Siyâdelerin Yapılış Nedenleri

a) Seyyidlerin Şahsında Hz. Peygambere Duyulan Sevgi ve Saygı

Şura Sûresi 23. ayet-i kerimede "(Ey Rasûlüm, tebliğde bulunmakta olduğun kimselere) de ki: Ben bu tebliğimden dolayı sizden, Allah'a ibadet ve yakınlıkta, sevgiden başka bir mükâfat istemiyorum. Kim iyi bir amel kazanırsa, biz onun bu iyiliğinin sevabını arttırırız."(2) buyrulur. Said b. Cübeyr'e göre, ayette geçen "meveddete fi'l- kurbâ" Muhammed (sav)'ın akrabalarıdır. O takdirde ayette Resûlüllah (sav)'ın akrabalarına ve akrabalık haklarına karşı, Müslümanlardan özellikle Kureyş'ten, sevgi, saygı, sıla-ı rahim ve dostluk istenmektedir. Ayrıca ayetin devamında "Her kim bir hasene, güzel bir amel kazanırsa, biz ona, onun hakkında daha fazla bir güzellik ve daha güzel sevap veririz." vardır. "Hasene"den genelde anlaşılan manası yanında, Ehl-i Beyt'e iyilik ve teveddüd manası da vardır. O takdirde buradaki "Hasene"den (iyilikten) maksat Hz. Rasûlullah'ın yakınlarını sevmektir.(3)

Bir seferinde Kureyşli Müslümanların Hz. Peygamberin amcası Hz. Abbas'a güler yüz göstermemeleri, güzellikle karşılamamaları üzerine Hz. Peygamber kızmış ve şöyle buyurmuştur: "Nefsim kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizi (Ehl-i Beytimi - akrabalarımı) Allah ve Rasûlü namına sevmedikçe bir kimsenin kalbine (kâmil) iman girmiş olmaz."(4) Burada iki husus dikkati çeker:

  • Ehl-i Beyti sevmek, Allah ve Rasûlullah namına olmalıdır.
  • Ehl-i Beyti sevmenin kâmil iman ile ilişkisi vardır. Kim Ehl-i  Beyti,  Peygamber akrabalarını  Allah ve  Rasûlullah  hesabına sevmez ve bu sevginin gereklerini göstermezse, onun kalbine kâmil iman girmiş olmaz.

Diğer bir hadiste: "Kim Allah'ı severse, Kur'ân'ı sever. Kim Kur'ân'ı severse beni sever, kim beni severse, ashabımı ve akrabalarımı sever."(5) Bu ve benzeri hadislerde önemli bir mantık silsilesi görülüyor:

1- Allah'ı sevenin Kur'ân'ı sevmesi gerekir. Çünkü, Kur'an O'nun kelamıdır. Allah sevgisi ile Kur'an sevgisi birbirinden ayrılamaz.

2- Kur'ân'ı sevenin Hz. Peygamberi sevmesi kaçınılmazdır.(6)

3- Allah Rasûlü'nün Ehl-i Beyti de Ashab-ı Kiram gibidirler. Ashabı ve Ehl-i Beyt'i sevmek Kur'ân'da tavsiye edilmiştir.(7) Öyleyse, Kur'ân'ı ve Rasûlullah'ı sevenlerin, ashabı ve Ehl-i Beyt'i de sevmeleri gerekir.

b) Seyyidlerin İhtiyaçlarını Görmeye Teşvik

Hz. Peygamber, Müslümanları Ehl-i Beyte iyilik yapmaya, Sıla-ı rahime, onları sevindirmeye de teşvik etmiştir. "Kim (kıyamette) hem bana tevessül isterse, hem bende kıyamet gününde onunla kendisine şefaat edecek bir el olsun isterse, Ehl-i Beytime Sıla-ı rahim yapsın ve onlara sevinç versin."(8) Bu hadis-i şerif bir kaç hususa işaret etmektedir. Rasûlullah'ı kurtuluşa ve dualara vesile kılmanın ve O'nun kıyamette şefaatine nail olabilmenin iki şartı burada zikredilmektedir. Onlar da seyyidlere sıla-ı rahim ve onları sevindirecek iyilikler yapmak ve ihtiyaçlarını görmektir. Çünkü akrabalar için tavsiye edilen sıla-ı rahim, seyyidler için de tavsiye edilmektedir. Sıla-ı rahim, ziyaret, yardım ve iyilikte bulunmak gibi manalara gelir. Şu halde burada seyyidleri ziyaret, onlara ikram, ihsan ve iyiliklerde bulunmak, ihtiyaçlarını görmek emredilmektedir.

Bu gibi tavsiyelerden ve seyyidlere yapılacak iyiliklerin, ikramın ve ihsanın, uhrevi mükafata ve şefaata sebep olacağı belirtildiğinden; İslam dünyasında, başından beri seyyidlere itina edilmiştir. Onların işleriyle uğraşan "Nikâbet Teşkilatları" kurulmuştur. Başta sahabeler döneminde Ashâb-ı Kiram, özellikle seyyidlerin ihtiyaçlarını karşılamada, onlara iyilik yapmada hassas davranmışlardır.

II. Daru's-Siyâde'lerin Fonksiyonları

Dâru's-Siyâde, adından da anlaşılacağı üzere "Seyyidlik Evi" demektir. Bu binalar seyyidler için, onların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılmışlardı. Dâru's-Siyâdeler'de yalnız seyyidler misafir edilirdi. Misafirlikleri müddetince her türlü ihtiyaçları Dâru's-Siyâde tarafından karşılanırdı. Buralarda kendilerine yemek verildiği gibi, kaldıkları odaların Mefruşatı da Dâru's-Siyâde yönetimi tarafından yerine getirilirdi. Hatta geceleri aydınlanmaları için, misafir seyyidlere mumlar bile veriliyordu. Ayrıca, yolculuk için Dâru's-Siyâde'den ayrılmak isteyen seyyidlere yol azığı da hazırlanırdı.(9)

Dâru's-Siyâdeler aynı zamanda Nakîbu'l-Eşrâf dairesi fonksiyonunu da yüklenmiştir.(10) Şehrin, seyyidlerin davaları ile, problemleri ile ilgilenen Nakîbu'l-Eşrâfı, daire olarak Dâru's-Siyâde'de kendisine ayrılan bölümde görevini yürütüyor, Dâru's-Siyâde yönetimi ile de meşgul oluyordu.

Bütün bu bilgilerden seyyidlere hürmet ve tazimin onların ihtiyaçlarını karşılamanın, kendilerine iyilikle bulunmanın, Rasûlullah sevgisi ve tavsiyeleri ile ilgisi açıkça görülmektedir. Seyyidlere yapılan ikram, ihsan, iyilik ve ihtiyaçlarını görmek Allah ve Rasûlullah namına ve Rasûlullah'ı memnun etmeye yöneliktir. Ayrıca yapılan iyiliklerde ahiret hayatında şefaat düşüncesi de önemlidir. İlhanlılardaki Dâru's-Siyâde geleneği, Osmanlıların ilk zamanlarında da görülür.(11)  Aşıkpaşazade, Fazlullah Paşa'nın eserlerinden söz ederken "Edirne'de bir Dâru's-Siyâde yaptı, seyyidlere mahsus" demektedir. Fazlullah Paşa II. Murad'ın vezirlerinden birisidir. Edirne'de seyyidlere mahsus bir Dâru's Siyâde yaptırmıştır.

Seyyidlere iyilik, tazim ve tevkir düşüncesinden kaynaklanan Dâru's-Siyâde geleneği ilk dönemde Osmanlılarda mevcuttur. Dâru's-Siyâdeler de imaret ve  kervansaraylara benzer kurumlardır.

1) Nakîbu´l-Eşrâf,    seyyidlerin    problemleri    ile    ilgilenmek    üzere    kurulan müessesenin basında bulunan görevlinin unvanıdır.
2) Yavuz , A. Fikri, Kuran-, Kerim ve Meali Âlisi, İstanbul, 1986 S. 487; Elmalılı Ahmed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, 1-1X, İstanbul, 1979, VI, 4236; Çantay H. Basri, Kur´an-ı Hakim ve Meali Kerim, I-III, İstanbul, 1983, II, 870.
3) Beyzâvî Abdullah b. Ömer, Envâr´ut- Tenzil ve Esrûru´t Te´vîl,VI, İstanbul, 1978, V, 408. (Akı ciltlik Mecmau´t- Tefasîr içinde); et- Taberî Ahnıed b. Abdullah, Zehâiru´i- Ukbâfi Menâkıb-t Zevi´t- Kurbâ, Kahire, 1357, s. 138, Kiş. Ehl-i Beyt s. 39-41
4) el- Taberi, EM Câ´fer Muhammet b. Cerîr, Câmiu´l- Beyân, I-XXX, Mısır, 1954, XX 5; Hak Dini VI, 424 ( Ayrıca Hz. Ali´yi, onun iki oğlunu sevmekle ilgili hadis-i şerifte de bu açıkça görülür bk. Ehl-i Beyt. 65-130) es-Savâiks. 171, Hadisin Arapça'sı şöyledir: “Men ehabbellâhe ehabbe´l-Kurane, ve men ehabbe Kurbe ehabbenî ve men ehabbenî ehabbe asbâbî ve karabeti”.
5) Vakıa 56/10-13, Sahabe Modeli s. 128, 255 vd.
6) Es-Savak, s. 170; el-Munevi, Abdurrauf, Feyzu´l-Kadîr, I-IV, Mısır, 1958, 1. T
7) es-Savâik s. 170; Seyyid eş-Şablancî. Nuru´l-Ebsâr, Kahire,   1375, s. 14.
8) Bk. Ehl-i Beyi s. 174 vd.
9) Ehl-i Beyt,s. 153. 154,205; es-Savâiks. 176, 185, 230. 236, Zehâiru´t-ukbâ, s. 196,200,202, Nünı´t-Ebsâr s. 117
10) İbn-i Batûta, Seyahatnâme-i lbn-i Batuta, İre. Mehmed Şerif, I-II, İstanbul, 1333-1335,1, 326 l.
11) “Neşri Tarihi”, I-II, Haz. M. Altay Köymen, Ankara 1984, s. 218
SDÜ İlahiyat Fakültesi, II. Kutlu Doğum Sempozyumu, (Tebliğler), 20- 21 Nisan 1999 Isparta, s. 117- 154

Top