Sanat, ahenk ile kafiyenin; güzel söz ile gözyaşının terkibinden oluşur. İnsanoğlu her şeyde bir sanat güzelliği, bir mükemmellik arar. Fakat tasavvufta sanat dervişin deyneğidir. Biz de Mevlânâ'nın dervişliğini bu değnekten anlıyoruz.
Tasavvuf, ahlakı temizleme yoludur. Allaha götüren yolun son durağıdır. Varlığın daha yaşarken sonsuzluğa ulaşmasıdır. Ancak tasavvufta bu iş, birden bire gerçekleşmez. Bunun bir âdâb ve erkânı vardır. Tasavvufun, insan olan varlığımızdan çıkıp, soyutlanıp Allaha yakınlaştıran hareketleri üç safhadan geçer:
1.Hazırlık Safhası
Bu feragah ve riyazat kapısıdır. Allah yolcusu dünyalık isteklerinden fedakarlık gösterip vazgeçer. Bu terk etme kişinin ruhunda önce bir istek ile başlar. Yani kişi fedakarlığını isteyerek şuurlu bir biçimde yapar. Fedakarlık ve terk ile başlayan bu yolculuk sonunda etrafımıza yayılan mana, içsel bir aydınlığa dönüşür. Sonra dünya yükünü istemeyecektir. Allah yolculuğuna çıkanın geri dönüşü yoktur. Yolda ilerledikçe basamak basamak çıktıkça şevk ve sevgi artar, sarhoş edici hale gelir.
Derviş olgunlaştıkça fedakarlıkta devam edecektir. Bu sefer evladan ve akıldan vazgeçer. Evlad, Allahındır. Bütün hikmetler ve akıl dervişin yanan gönlünde erir, biter, yok olur. Bunun lezzeti bambaşkadır. Lezzette hikmetle değiştirilemez. Zira tasavvuf bir hikmet değil, ilahi bir hazdır. Aşk umanında akıl yük olarak kalır. Sadece aşkın bir nevi tortusu kalır, bu da dışarı fışkıran volkanın donması gibidir. Şiir, sema, ney bunlar aşkın ifadesidir, aşkın kendisi değil. Aşkı anlatmada birer araçtırlar.
Derviş daha sonra hayallerden ve hatıralardan vazgeçer. Ruhunu dolduran binlerce fani hayallerden vazgeçerek onlara değer vermeyecektir. Bu bir nevi istiğfardır.
Nihayet iradeden sıyrılan derviş benliğini gömer ve ölümle dirilişi bir yaşar.
2.Vecd ve İstiğrak
Dünya isteklerinden vazgeçerek boşalan ruha hakikat doğacaktır. Ancak dünya heveslerinden ve varlık vehimlerinden kurtulan kalbe Allah sevgisi doğabilir ve derviş vecde gelir. Vecd, ruhta bir baş dönmesi oluşturur. Bu baş dönmesi de ruhu mutlak varlık Allaha yükseltir. Bu yükseliş iki gezegenin birbirine çarpması gibi sarsıntılı olur ve ruh tarif edilemez bir sarhoşluk yaşar. Burada ebedilik ve sonsuzluk mekansız bir an içinde gerçekleşir.
İstiğrak denilen aşırı vecd hali, dervişin miracıdır. Bu hal ise fırtınalıdır. İçinde çok ama çok büyük bir huzura gittiğini hisseder, Allahla temas hazzı dile gelir. Varlık büsbütün yokolur ve derviş “ente'l hak” der. Gerçek Sensin ben yok oldum, der. Bizler Allahın ruhundan üflediği birer canız. O halde damla denizden nasıl ayrılsın? Damla denizde ebediyyen karışma olmaksızın yok olur ,artık hüküm hakka l yakin denizindir.
3.Huzur Safhası
Vecdeki fırtınalar bu safhada durur, aşk devam eder. İstenilen vuslat gerçekleşir. Huzur, göze ihtiyaç duymadan görmektir yani bir nevi kalp gözü açılmasıdır. Bu mertebedeki derviş, içsel keşifler halindedir, Allah ile muhabbet halindedir.
Vecd, devamlı hasret ile; huzur, vuslat ile yaşandığına göre bu makamdaki dervişteki vecd kaybolmamıştır. Huzura vecd ile ulaşılıyor. Huzurun zayıflamadan devamlı olması mümkün olmadığına göre dervişin yine vecde ihtiyacı vardır. Fakat bazı dervişlerde vecd yoğun, huzur az; bazılarında huzur yoğun vecd az olur. Yunus emre ve Mevlana vecd kahramanlarıdır. Dervişlerin vecd hallerini terennümlere bakarak ölçmek mümkündür ama huzur mertebelerini bilmek imkansızdır. Çünkü huzur mertebesi yabancıya mahremdir. Bu huzurda iki dost vardır sadece.
Hazreti Mevlana'nın vecdinden kaynaklanan feryatları dinledik, biliyoruz fakat O nun huzurunun derinliklerini bilemeyiz. Biz mevlananın aşkını değil, aşkı ifade edişini elde edebildik. Huzur denizine yalnızca o daldı, bize de vecdinin fırtınasından çıkan sesler kaldı. Heyhat! onu Mevlana zannediyoruz…
(Tahiru'l-Mevlevi'nin Mesnevi Şerhinden alıntıdır)