Muridan
Hayat Veren Davet

Hayat Veren Davet

Yüce dinimiz İslam bütün insanların hem dünyada ve hem de öte alemde kurtuluşlarını hedeflemektedir. Bunun için onlara hatırlatmalarda bulunur, öğütler verir ve herkesi iyiliğe teşvik eder. Nefse ve şeytana uymaktan da nehyeder. Çünkü yaradan yarattığı insanı çok iyi biliyor. Nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu haber veriyor. Kurtuluşu bildiriyor.

  Yüce Allah Enfal Suresinin 24. ayetinde şöyle ferman ediyor; Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verici şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Onun elçisinin çağrısına uyun. Ve bilin ki Allah hakikaten kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz muhakkak ona (döndürülüp) haşrolunacaksınız. (Enfal-24)  Bu çağrı bütün Müslümanlaradır. O Müslümanlar ki inanması emrolunanlara inanmış, yapılması icap edenleri yapmış kimselerdir. Bu ayeti şöyle açmamızda mümkündür.

           

  Hz. Allah ve Onun elçisi insanları hayat veren şeylere çağırmıştır.

         

  Onların davetine baş eğip bel bükerek uymak, itiraz etmemek esastır.

           

  Çağrıya uymayanları bekleyen büyük bir bela vardır. O da Yaratıcının kişi ile kalbi arasına girmesidir. Böylelerini huzursuz eder, mahveder. Dünyada ve ahirette perişan eder.

Eninde sonunda O’na dönülecek ve herkes huzurunda haşrolunacaktır.

  İslâm'ın açıktan açığa dâveti peygamberlerle başlamıştır ve bu kıyamete kadar devam edecektir. Bu çağrı peygamberin vefatıyla son bulmadı. Onun ashabı bu tebliği yaptı, ondan sonra diğerleri derken bu böyle kıyamete kadar devam edip gidecektir.

  Bu davette onlar iyiliği emrettiler, kötülükten de yasakladılar. Geçekte bütün Müslümanlar bu çağrıya uymakla ve bunu başkalarına ulaştırmakla da mükelleftirler. Maddenin esiri, medeniyetin kölesi olan her asırdaki insanların kurtulup bu hayat ile dirilişi, ancak ihlaslı elemanların çalışması ile mümkündür.

           

  Yaradan yüce Mevlâ kudret sahibidir, ölüden diriyi diriden de ölüyü çıkarır. Hazandan sonrada batınını getirir.

           

  Burada önemle üzerinde durmamız icap eder ki, davet üç şekilde olur.

  Fikri dâvet.

  Kavli (sözlü) davet.

  Amelî davet.

  Her hususta olduğu gibi Hakka davet etme hususunda da tek önder peygamberimizdir. O ve bütün peygamberler bu çağrılarını en mükemmel şekilde yapmışlardır. Bu daveti yaparken de dünyalık, şan-şöhret, makam, servet edinme vs. gibi şeyleri asla düşünmemişlerdir.

           

  Meyve çiçek, ağaç, kuş gibi varlıkların her birinin kedine has hususiyetleri vardır. Ağaçlar meyve vermek için çiçek açarlar. Kuşlar tatlı sesleriyle cıvıl cıvıl öterler. Kısacası yaratılan her şey yaradılışına uygun hareket eder. Yaratıkların en üstünü olan insan da Rabbine itaat etmek ve emirlerine uymakla yükümlüdür.

  Cenab-ı Allah peygamberleri aracılığıyla insanları doğru yola çağırırken ya müjdeler ya da korkutur. Onlara müjdeler getirecek bir hedef gösterir. Ahiret yurdunu, oradaki nimetleri haber verir. Bunun için imanı şart koşar. Diğer taraftan iman etmeyenlerin nasıl hüsran olacağını açık olarak belirtir.

  Yaşadığımız hayat değişik durumlar karşımıza çıkarır. Kederli günlerin yanı sıra sevinçli zamanlarımızda olabilir. Teknoloji gücünün durduramayacağı zelzeleler, su baskınları ve seller, yanardağların lavlar fışkırtması yanında güç hastalıklar hayatla iç içedir. Daha önemli bir hususta her canlı yaşıyor ve ölüyor.

  Bu korkunç olayların etkisini üzerimizden atmak veya azaltmak için, bunların üstündeki bir varlığa inanç gerekir. O varlık öyle bir varlık olsun ki canlılardan hiç birine benzemesin. Hiçbir şeye muhtaç olmasın ama her şey ona muhtaç olsun. Canlı varlıklarda olan yeme, içme, uyku ve benzeri hallerden tamamen uzak olsun. işte bu vasıfları kendisinde bulunduran, ezeli ve ebedi, âlemlerin Rabbi olan Hz. Allah’dır. O sadece bu dünyanın değil ceza gününün, göremediğimiz bütün varlıkların da halıkıdır, Rabbıdır. Ona yorgunluk, uyuklama hali de yoktur. Tek emirle istediğini yaratır, istediğini yok eder ortadan silip kaldırır. Bu ona hiç güç gelmez. Şu dünyanın yaradılışını belki de milyarlar seneden beri boşlukta olup hiçbir yıldız ve diğer gezegenlere çarpmadan belli bir istikamete doğru gidişi akıllara durgunluk verecek bir olaydır. Ama bu O’na göre çok kolaydır. Bu hususlara şöyle işaret olunuyor. “Onun kürsüsü gökleri ve yeri sarıp kaplamıştır. Onları korumak O’na zor değildir.(Bakara-255) Kuran da diğer ayetlerde yerin çekim kuvvetinden de haber verilmektedir.

  Biz canlılar çok aciziz. Ama acziyetimizi bilmiyoruz. Herhangi bir şeyi mesela bir taş parçasını bir kum tanesini yoktan var edemiyoruz. Ama bu onun için çok kolaydır. Bütün her şeyi “kün” emriyle yaratmıştır. “Kün” “ol” dediği her şey emre boyun eğmiş hemen anında vücud bulmuştur. Her an ana rahmine düşen canlılara hayat veren odur. Şimdi biran elimizde bir bardak su olduğunu düşünelim. Bardak elde kolumuzu yukarıya kaldıralım. Öylece bekleyelim. Biraz direnelim. Aradan bir müddet geçince yorulduğumuzu ve kolumuzun yana düştüğünü, bardaktaki suyun döküldüğünü sağı solu ıslattığını görürsünüz. İşte Cenab-ı Allah tonlarca ağırlığındaki bu dünyayı ve diğer varlıklardan ayı, güneşi, yıldızları kudret eliyle boşlukta tutuyor. Biz canlılar dünya üzerinde bu boşlukta duruyoruz. O kudret elini dünyamızı korumaktan bir çekse neticesinin ne olacağını siz düşünün. Bu sebepten dolayı  bu kudrete inanıyoruz, inanmaya mecburuz ve bizleri koruması için O’na dua ediyoruz. Endişelerimiz, tereddütlerimiz kayboluyor ve kalben rahatlıyoruz, içimize tarifi imkansız bir huzur ve rahatlık doluyor. Artık yolda yürürken müsterihiz. Tedbirimizi alıyoruz. Kaza kadere de inanıyoruz.

           

  Zelzeleler olunca, yanardağlar korkunç alevlerini gökyüzüne doğru fışkırtınca, sular memleketleri yok edip ortadan kaldırınca O’ndan daha çok korkuyoruz, Ona daha çok dua ediyor Ona yakın olmaya çalışıyoruz. Rahmetini diliyoruz. Göklerde yazılı olan Rahmetim gazabımı geçmiştir, buyruğunu görür gibi oluyoruz, dikkat edin Cenab-ı Allah ın veli kullarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun bile olmayacaklardır, müjdesine sığınıyoruz.

           

  Yüce yaradanın gönderdiği kitabı bütün insanları muhatab almıştır. Onlara seslenirken de insanların durumlarına göre hitap şekli değişik olmuştur. Bunların içinde ey insanlar diye bütün insanlara sesleniş vardır. Bu sesleniş umumidir, çok geniştir. İnançları ne olursa olsun hepsini içine almaktadır. Mü’min, münafık, fasık, kafir, putperest, vs. hepsi buna dahildir.

           

  "Ey iman edenler" şeklinde çağrıda bulunan ayetler vardır. Bu ayetler de  mü’min olanlara hususi bir davet, onlara tavsiyeler veya yapılması icap eden hususlar beyan olunur. Bu çağrı özeldir. Ey iman edenler denilmek suretiyle Allah’a ve onun Resulüne iman eden müminler diğerlerinden ayrılmıştır. Bu iman amel, aşk ile Yaradan’a ve O’nun elçisine bağlı olmak ve onları sevmektir. “Habibim de ki, eğer beni seviyorsanız bana tabi olunuz ki Cenab-ı Allah da sizi sevsin ve günahlarınızın bir kısmını bağışlasın. ( Al-i İmran Suresi a.31) Bu manada iman teslim olmakla anlatılabilir. İman ile İslam ayrı ayrıdır. Mümin kayıtsız şartsız teslim olmazsa iman kalbe yerleşmemiş demektir. Böyle bir inanç noksan olur. Bu da amele tesir eder. Her ikisi de bir diğerinin tamamlayıcısıdır. İmansız İslâm, İslâmsız iman olmaz. Cenab-ı Allah buyuruyor; Araplar iman ettik dediler. Deki siz henüz iman etmediniz. Velâkin henüz iman kalplerinizin içine girmemiş olduğu halde, islâma girdik deyin ve eğer Allah’a ve Rasulüne itaat ederseniz amellerinizden hiçbirşey eksilmez, çünkü Allah gafur ve rahiymdir.(Hucurat Suresi -14)

 

  Bu ayeti kerime, rivayet olunduğuna göre  Beni Esed İbni Huzeyfe kabilesinin ganimet hevesiyle Müslümanlığa girmesi üzerine nazil olmuştur. Gerçekte iman sadece dil ile ikrardan ibaret değildir. Kalbin de bunu tasdik ve teslim etmesi şarttır.  Cenab-ı Allah iman edenlere; Allah ve Rasulü sizi kendinize hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman onlara itaat edin diye kesin olarak emretmektedir. İmam-i Azam’a ait olan Fıkhı Ekberde, iman; ikrar ve tasdiktir, İslâm Allah taalanin emirlerine teslim ve inkiyaddir, denilmektedir. Görüldügu gibi ayetteki dâvet, yâni çağırma olayı hem Cenab-ı Allah, hem de resulüne ait olarak kullanılmıştır. Çünkü kendi heves ve arzusuna göre konuşmayan Allah Resulü, bir peygamber olarak emir ve nehiyleri ancak Cenab-ı Allah’dan almaktadır. Sonra da bir nübüvvet vasfı olan tebliğ ile onu bütün insanlara ulaştırmaktadır. O’nun vazifesi işte bu tebliğ vazifesidir. Ayette Allah ve O’nun elçisinin hayat verici daveti denilmektedir. O, kâinatın yaratıcısı olduğuna göre yarattıklarını çok iyi biliyor. Bir aleti yapan nasıl yaptığını iyi biliyorsa O vacib-ul vücud olan alemlerin Rabbi de her şeyi çok iyi bilir. Koyduğu kanunlar bizlere faydalı olacağı içindir. Yasaklarda, sakındığımız zaman nice faydalar getirir, emirlerini yaptığımız takdirde her iki dünya için yararlar vardır. O, mahlukatın ihtiyaçlarının neler olduğunu çok iyi bilir.

  

  Gelişimiz O’ndan, dönüşümüz de O’nadır.

 

  Abdullah Demircioğlu

Top