Muridan
Nisyân

Nisyân

Ey evlat! Âhireti dünyada öne al, böyle yap, ikisini birden ka­zanırsın. Dünyayı âhiretten öne alacak olursan ikisini de kaybeder­sin.

 Ve bu, sana bir ceza olur. Emir almadan nasıl dünya ile uğra­şırsın? Dünya ile kalbini meşgul etmezsen, Allah sana yardımcı olur. Başarı ihsanı sana gelir. Bir şey alacak olursan içinde bereket bulu­nur. İman sahibi, hem dünyası hem de âhireti için çalışır; dünyası ile yalnız sözle olur. İhtiyacı kadar bağlanır ve o kadar alır. Kanaat sahibidir. Bir yolcu ne kadar azık alabilirse, o da o kadar alır. Çok al­maz, çünkü yolculuğa mâni olacağına inanır. Cahilin, bilgi yoksulu adamın bütün derdi dünyadır. Bilgi sahibinin, bütün cehdi öbür âlemdir; sonra Mevlâ! Ama bu, hepsinden üstün.

Önünde bulunan bir parça ekmek nasıl yeniyor ve nereden ge­liyor? Nefsin ona nasıl bakıyor? Onu almak için gayret sarf ediyor mu? Vermeyecek olsan seni yıkıyor mu? Bunlara dikkat et. Nefsini kırmaya güçlü olmalısın. Hak canibine onu böyle vardırman kabil olur.

Hak yolunda doğru olanlar birbirlerini tanırlar. Her biri ayrı ay­rı yerlerde olsalar bile, doğruluklarını ve iyiliklerini anlatır ve anla­şırlar.

Ey Hak’tan ve O'nun doğru kullarından kaçan, yüzün halka dö­nük, Hakk'a şirk koşmaktasın. Bu hâlin ne zamana kadar devam edecek? Onların nasıl yararını bulacaksın? Onların elinden bir şey gelmez; ne zarar, ne de yarar. Ne vermek, ne de almak. Onlarla sair kuru varlık arasında fark yoktur. Bir taşın karşısına geçip korku ve emniyet beklemek iman sahibine yakışmaz.

Şah birdir, güçlüğü bir olan verir, fayda yine O'ndan gelir, ha­reket ettiren ve durduran O'dur. Sana sataşacak biri varsa yine O'n­dan gelir. Emrinde çalışana O gönderir; veren, alan yine O varlıktır. Yaratan ve doyuran Allah, Aziz’dir, Celil’dir. O ezelî ve ebedî bir varlık­tır. Yaratılmışlardan önce O'nun varlığı vardı. Babanızdan ve ananız­dan, güvendiğiniz zenginlerin varlığından önce O gelir. Yer ve sema­nın, ayrıca onların üstünde ve boşluğunda olan her şeyin yaratanı O'dur. “O'na benzeyen yoktur, bizzat gören ve işiten O'dur.” (eş-Şûrâ, 42/11)

Ey Allah'ın kulları, sizlere esef ediyorum! Hakkınızı tam bilemi­yorsunuz! Bu hâlinize, üzülüyorum. Kıyamet günü Hak katında im­kânım olsaydı, bütün yükünüzü alırdım, ilk gelenden sonuncuya ka­dar bütün günahlarınızı yüklenirdim.

Ey okuyucu, yalnız beni (Hak benliğini) oku, yer ve gök ehlini bir yana at. Yalnız beni gör, böylece bilgini almış olursun. Bildiği ile amel edene Hak tarafından kapı açılır. Bu kapı kalp yönünden açı­lır; Hakk'a oradan varılır. Bu, bildiği ile iş tutanın hâlidir. Dedikodu ile gününü gün eden, bu hâlden mahrumdur. Sen böyle yaptıkça, bilgini dünya uğruna harcadıkça, eline bir şey girmez. Dıştan iyi gö­rünse bile, içi bozuk olur. Allah, kullarından herhangi birine hayır dilerse bilgi verir; bu bilgiden sonra amel ve ihlâs nasip eder; iyilik verir, kendine yaklaştırır, irfan nasip eder, kalp bilgilerini öğretir, sırları çözdürür. Bunu yalnız o kula yapar. Bu hâlde başkasının iştiraki yoktur. Artık o kul sevilmiştir. Musa Peygamber gibi yalnız Hak varlığın malı olur. Hak Teâlâ, Musa Peygamber’e şöyle buyurdu: “Seni zatım için seçtim.” (Tâhâ, 20/41)

Yani, benden başkası seni meşgul edemez. Şehvet duyguları, ge­çici tatlar ve zevkler seni benden alamaz. Yer ve gök benim katımda söz sahibi olamazlar. Cennet seni doyuramaz, ateş seni korkutamaz. Mülkün sende kıymeti yoktur, yokluk seni düşündüremez. Hiç bir bağ seni, benden çekemez. Benden başkası seni meşgul edemez. Her­hangi bir şekil seni eğlendiremez ve bana perde olamaz. Hiç bir yara­tığın bende hakkı yoktur. Tabiî istek ve şahsî duygular burada yer alamaz.

Ey evlat! Allah'ın rahmeti boldur; ümit kesme, herkese yeter. Sana da yeter. Yaptığın günah kirini yıka, tevbe suyu ile olsun, gözyaşı ile olsun. Din libası kirden böyle kurtulur. Tevbe üzerinde dur. İhlâsı bırakma. O güzelim din libasını kokula. Buhur saç, marifet ıt­rını dök. Bulunduğun makam mühimdir. Her ne zaman Hak’tan ayrı duracak olsan, yırtıcılar seni kapmaya kalkar. Eziyetli işler seni yı­kar, viraneye çevirir. Böyle bir şey olursa hemen Hakk'a dön. Kalbini O'nun canibine yönelt. Tabiî heva ve şehvet hırsı ile yiyip içme.

Her yediğin ve içtiğin şeye iki şahit bul; biri Kitap, öbürü de Sün­net olsun. Her hâlinde, Allah'ın emri ve Peygamber’in âdeti önderin olsun. Bunların sonunda iki şahit daha var; onlar da, kalbin ve Hak fiilleri. Bunları da iste; ara ve bul. Bir iş yapacağında, Kitap ve Sünnet izin verirse yap, kalbine de sor. Ondan izin müspet olunca Hak fiilinin tecellisini ara. Bunlarla yapacağın işi iyi bilirsin. Aksi hâlde, yaptığını ve yapacağını şaşırırsın. Gece odun toplayan gibi ol­mayı isteme. Elini attığın zaman, ne alacağını bil. Baş vurduğun nes­neyi de bil. Hakk'a mı koşuyorsun, yoksa halka mı? Hak olarak gi­dersin; mahlûkla karşılaşırsın. Önce tahkikini yap, sonra koş.

Bu saydıklarımız, sadece temenni ile gelmez. Yapmacık hareket­ler ve zor bunu bozar. Bu bir hâldir. Sahibi tarafından kalbe konur; kalbin sahibi Allah'tır. Amelle belli olur. Kalpte olan dışa vurur.

Kalpte bir şey varsa dışta iyi iş görünür. Allah için yapılmayan iş kalbin boş olduğunu gösterir. Her işin Allah rızası için olduğu bilin­meli.

Ey evlat! Afiyet, afiyeti aramamaktır. Afiyeti arayan, afiyeti bulmamıştır. Zengin, zenginliği aramaz. Zenginliği fakirler arar. Şi­fa aramak hastalar içindir. Şifa, şifayı aramamaktadır. Bütün şifa, Hakk'a teslim olmaktadır. Sebepleri bir yana at. Kalbini temizle. Put­lar varsa çıkar. Her derdin dermanı vardır. Onu bulmak icap eder. Şifaların en büyüğü, Allah'ın tevhididir. O'nu birlemek iman sahibi­nin vazifesidir. Tevhid, yalnız dille olmaz, kalple de olmalı... Tevhid ve zühd dille ve dış varlıkla olmaz.

Tevhid kalptedir. Zühd kalptedir. Takva kalptedir. Marifet kalptedir. Hakk'ı bilmek, kalptedir. Allah sevgisi kalptedir. Hak yakın­lığı, kalptedir.

Akıllı ol. Yapmacıkları bırak. Hevese kapılma. Bir iş yapmak için, cali hareketleri terk et. Bulunduğun hâl, yapmacık ve hevesten ibarettir. Riyakârlık da var. Nifak hâli de mevcut. Bütün gücünün hedefi halkın sana tapması oluyor, onların yararını bekliyorsun. Şu­nu bil ki, halka bir adım atsan Hak’tan uzak kalırsın. Sen Hakk'ı aradığını söylüyorsun; hâlbuki halkı arıyorsun. “Ben Mekke'ye gidiyorum” deyip Horasan yolunu tutana benziyorsun.

Tabiî, Horasan'a yakın oldukça Mekke'den uzak kalırsın. İç âle­minin temiz olduğunu söylüyorsun; fakat onlardan hem korkuyor, hem de bir şeyler bekliyorsun. Dıştan her kötü şeyi bırakmış gibisin, içten ise ona karışma yollarını arıyorsun; için halk sevgisi ile dolu, dıştan Hakk'ı sevdiğini anlatıyorsun. Bu hâller, dil gürültüsü ile ol­maz.

Bu, bir hâl âlemidir. Orada halkın sözü geçmez. Dünyanın lâfı olmaz. Âhiret işleri orada görüşülmez. Allah'tan gayrisi orada bu­lunmaz. Cümlesi o Bir Olan’ındır. Bir Olan birlik ister. O, şerik kabul etmez. O, bütün işlerini çevirir. Sana düşen, işittiğin bu sözleri tut­maktır. Halk, aslında elinden bir iş gelmeyen zavallılar grubudur; sana ne yardım edebilirler, ne de başkasına yardımları dokunabilir. Ancak Hak onların eliyle işlerini yürütür. Hakk'ın fiil tecellisi, sana ve onlara birlikte olur. Kader hükmünü vermiştir. Lehinde ve aley­hinde olacak şeyler olur.

Salih olan o muvahhid kullar, diğer kullara örnektir. Onların her birinin hâli başkadır. Onların bir kısmı dışından dünyayı bıra­kır. Bir kısmı içinden bırakır. Bu hâlleri, onlara zarar doğurmaz. Her biri kendi hâline göre iş eder. Hak Teâlâ'nın kudsî varlığından başkasını göremezler. Bunların kalbi saf ve temizdir. Bu âleme kavuşan, dünya mülkünü kazanmış olur. Kahraman odur. Bahadır odur.

Kalbini Hakk'ın gayrinden temizleyen ve Tevhid kılıcı ile onun kapısına varan, İslâm dininin emirlerini yerine getirmeye gayret et­melidir. Ayrıca kalbini mahlûk şeylerden uzak tutması gerekir. Bun­lar olduğu takdirde kalplerin sahibi ile kalbi bir olur.İslâm dininin dış emirleri insanın dışını süsler. İçe hitap eden ge­rekleri ise, ruhu nurlandırır; tevhid ve marifet iç âlemi temiz eden gereklerden sayılır.

Karşımda duran! “Dediler” ve “diyoruz” şeklindeki sözlerini açıkla, ne demek istiyorsun? Bu sözün ne getirebilir? Bir şeyin haram ol­duğunu söylüyorsun. Ama, durmadan yapmaktasın. Bir şeyin helâl olduğunu söylerken yapmıyorsun. Sende sadece bir iştiha var. Başka bir şey yok.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Cahile bir defa yazıklar olsun, âlime yedi defa...” Cahile bir defa. Sebebi, bilgisiz kalışı. Âlime yedi defa. Sebebi, o bildiği ile iş tutmayışı. İlmin bereketi ondan uzaktır, yalnız veba­lini yüklenmiştir.

Öğren, sonra amel et. Sonra halkı bir yana at, Hak’la ol. Hak sevgisini kalbine yerleştir. Hak’la olma arzusu ve O'nun sevgisi sen­de ciddî bir hâl alınca, Mevlâ seni kendine yaklaştırır. Kendi öz var­lığına iletir, orada yok eder. Sonra O dilerse seni halka teşhir eder, arzu buyurursa halk arasına katar. Dünyalık nasiplerini bol bol al­mak için her varlığı sana iletir. Rüzgârları sana emirle gelir. O'nun bilgisi seni kuşatmıştır. İşlerine halk da muttali olur. Bunlar kendi varlığını bıraktığın anda gelir. O'nunla halka karışırsın, seninle de­ğil. Nefsin şomluğu ölür. Tabiat zararlı hâlini yitirir. Her şey sana bol gelir. Nefis, hevâ ve tabiat onlardan kısmet alamaz. Kalbin dai­ma Hak’la olur.

İşitiniz ve tutunuz. Ey Hakk'ı bilmeyen cahiller, Allah'ın sevdiği kulları anlamıyorsunuz. Her şeye kötü gözle bakmayınız.

Hak daima Hak’tır ve O’dur. Batıl sizsiniz! Ey halk! Hak sırda­dır, kalpte ve mâna âleminde yaşar. Batıl ise, nefiste, hevâda, tabiî istek ve Hak’tan gayri şeylerde bulunur.

Şu kalp Hakk'a yakın olmadıkça felah bulamaz. Hak Aziz’dir, Celil’dir. Evveli, âhiri yoktur.

Boşuna sıkışma, zavallı içi bozuk, yanında hayır diye bir şey yoktur. Dediğim hâllerden sende bulunmaz. Sen, ekmeğin ve katığın kölesisin. Helvaya kulsun. Emrinde bulunduğun efendinin ve atın bendesisin. Doğru olan kalp, halkı bir yana atar, Hakk'a doğru yolcu­luğa başlar. Yollarda bir şeyler görse, selâm verir geçer.

İlmiyle âmil olanlar, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in varisleridir. Geçmişteki büyüklerin vekilleridir. Arta kalan halk ise onlara yar­dımcıdır. Onlarla iş yaparlar. Dinin gereklerini onların vasıtası ile yerine getirirler. Onlara iyiliği, kötülüğü söylerler. Cümle halk o sev­gili kulların emrine hazır bekler.O büyük insanlar, kıyamet günü peygamberlerin yanında bulu­nur. Rabbleri tarafından peygamberlere ne verildi ise onlara da veri­lir.

İlmi ile amel etmeyenin cezası büyüktür. Bunu Hak Teâlâ bize şu âyeti ile haber veriyor: “Onun misâli, üzerine kitap yüklenen himara (eşeğe) benzer.” (el-Cum’a, 62/5)

Himar, kitaptan ne anlar? Yalnız yükünü taşır ve yorulur. Bir kimsenin ilmi çoğalınca, Allah'tan korkusu da çoğalmalıdır. Bilgi ço­ğaldıkça Hakk'a karşı itaat ve ibadet de artmalıdır.

Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Allah korkusundan göz yaşın akıyor mu? Hani çekinmen? Korkun ve günahları itirafın nerede kaldı? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? Onu Hak tarafına çağırmak nerede kaldı? Bunlar sende yok. Bütün derdin; cübbe, sarık, yemek ve evlenmek, dolaşmak, mağazalara gi­rip çıkmak. Halkla oturup bol bol sohbet etmek.

Gücünü bu gibi şeylerden beri kıl. Onlardan sana gelecek bir kısmet varsa gelir, üzülme. Kendini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun. Hırs ağırlığı seni almaz. Bu kadar sıkıntıdan sana ne kalacak? Sadece bir yorgunluk.

Ey evlat! Huzurun boş, iyi değil. Kötü huylarından hasıl olan pislik henüz temizlenmedi. Seni ne yaparım, kalbin sıhhatli değil, on­da tevhid filiz vermedi. Onda ihlâs sıhhat bulamadı.

Ey uykudakiler, sizi unutup uykuya dalmayan biri var. Ey ka­çanlar, sizden kaçmayan ve daima beraber olan bir Şah var. Ey unut­kanlar, sizi unutmayan bir Mevlâ var. Ey terk edip gidenler, sizi terk etmeyen bir Mevlâ bulunuyor.

Ey Allah'ı, Rasûlü’nü ve geçmişteki büyükleri unutanlar, sonra­dan gelecek olan üstün varlıkları anmak istemeyenler, siz uzayıp gi­den bir ayrık otu misalisiniz. Ağaçtan yontulan yongaya benzersiniz. Sizi kim neylesin, bir şeye yaramazsınız?

“Rabb’imiz, bize dünyada iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizi ateş azabından koru.” (el-Bakara, 2/201) Âmin!

Top