Muridan
Fütüvvet, İmam Gazalî (k.s)

Fütüvvet, İmam Gazalî (k.s)

Fetâ; nefsinin işlerini tedbirden, malından ve evladından geçip hepsini, bütün varlığın sahibi yüce Allah'a hibe ve feda eden kimsedir. Aslında hibe ettiği şeyler kendisine ait değildir; onlar yüce Allah'ın olup şu âyette istenen yolda harcanmıştır: “Şüphesiz Allah, müminlerden, kendilerine cenneti vermek karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe, 9/111) Fetâ (Allah yolunda yiğit ve cömert insan), Allahu Teâlâ'nın şu âyetindeki ahlâk ile ahlâklanmıştır: “Şüphesiz Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardımı emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp ibret alasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90) Mert insan, yüce Allah'a itaat olarak adalet, iyilik ve ihsan namına ne kadar hayırlı amel varsa, hepsini yapmaya çalışır, yüce Allah'a isyan olan ne kadar kötü iş varsa hepsini terk eder. Halkın cömertliği malıyla olur. Seçkin kulların cömertliği malı ve amelleriyle olur. Seçkin kulların içindeki seçilmiş ariflerin cömertliği malı, ameli ve manevî halleriyle olur. Peygamberlerin cömertliği ise mal, amel, hal ve manevî sırlarla olur.

Fetânın (Allah yolunda yiğit insanın) içinde bir davası olmadığı gibi dışında da yapmacık ve gösteriş türü bir ameli yoktur. Onunla Allah arasındaki sırrı (gizli halini) kendi sadrı (göğsü) bile bilemez; nerede kaldı halk bilsin!

Fetânın (Allah yolunda yiğit insanın) ahlâklarından bazısı da şunlardır: O, halka rıza gözüyle bakar (herkesin haline rızâ gösterir); nefsine ise kızar (onun hiçbir haline rıza göstermez.)

Bu kimse, kendisinden üstte, kendisiyle aynı seviyede ve altta bulunan herkesin hakkını bilir ve korur. Din kardeşleri için bir hata, küçük düşürücü durum ve yalan düşünmez, onları böyle bir duruma düşürmez.

O bütün müminlere velî gözüyle bakar, hiçbirini kötü görmez. Ancak açıkça dine aykırı iş yapanın işine kızar; yapılan kötülüğü müslüman kardeşine değil, şeytana ait görür. Böyle düşünen bir kimse, kötü işleri yüce Allah'a nasıl nisbet eder? O, bir günah gördüğünde onu fiilen eliyle ve diliyle düzeltmeye çalışır; buna gücü yetmezse kalbiyle kötülük yapanı terk eder, kötü işten nefret eder.

Fetâ (Allah yolunda yiğit insan), halktan ümidini keser; onlardan bir şey istemeyi ve halini arz etmeyi terk eder.

Fakirliğini gizler; zenginliğini açıklar. Boş davaları terkeder, gizli mânaları gizler, eziyetlere sabreder. Başkasının isteğini kendi nefsine tercih eder; bunu ahlâk ve amel olarak gösterir.

O, hep başkasının ihtiyaçlarını görmekle uğraşır. Verdiği iyiliği asla başa kakmaz; kimseyi minnet altına sokmaz. Kimseden, kendisine ait hakkı yerine getirmesini istemez; fakat nefsinden herkesin hakkını yerine getirmesini ister. Yaptığı bütün işlerde herkesi kendisinden faziletli, nefsini ise devamlı kusurlu görür. Yaptığı hiçbir şeyi çok bulmaz.

Fetânın (Allah yolunda yiğit insanın) bir hali de, nefsinin bütün keyiflerini terketmesidir. Onun yanında halkın kendisini övmesi ile kötülemesi birdir.

O, doğru konuşur, sözünde durur, cömerttir, hayâ sahibidir, güzel ahlâklıdır, şeref sahibidir, din kardeşleriyle hoş geçinir, arkadaşlarından kötü şeyler işitmekten uzak durur, sözünü ve anlaşmasını en güzel şekilde yerine getirir; kin, haset, aldatma gibi kötü ahlâklardan uzaktır.

Mert insan, Allah için sever, Allah için kızar. Malı ve makamıyla imkânı ölçüsünde kardeşlerinin hizmetindedir. Onları yaptığı iyilikle minnet altına sokmaz; yaptığını asla başa kakmaz. İyilerle beraber olur; kötülerden kaçar. Rabbi için kendi nefsine düşman olur, başkası ile çekişmez. Sürekli nefsinin kötü arzularını kırıp temizlemekle uğraşır. Bu konuda şöyle denilmiştir:

“Gerçek yiğit insan, içindeki putları (kötü arzuları) kıran kimsedir.”

Fetâ (Allah yolunda yiğit insan,) hiçbir fakirden fakirliğinden dolayı nefret etmez, zenginle de zenginliğinden dolayı çekişmez.                                                            :

Her iki dünyadan da yüz çevirip gönlünü çekmiştir. '

Onun yanında vatanında duran ile diyar diyar dolaşan birdir; tanıdığı ile tanımadığının bir farkı yoktur.

Dünya malını yeme konusunda velî ile kâfir arasında bir ayırım yapmaz; dünyayı kimin yediğine bakmaz.

Kenarda mal biriktirmez.                                          ';

Kimseye özür dileyecek bir hale düşmez.

Sahip olduğu dünya nimetlerini saklamaz, olanı halkla paylaşır; fakat kalbindeki ilâhî muhabbeti herkesten gizler.

Bir aile ve topluluk içinde olduğunda, kendisine mal olarak az verilmiş çok verilmiş aldırmaz, edep halini bozmaz.

Hiç kimseyi utandırmaz, onu halk içinde mahcup edecek duruma düşürmez. Ancak dinimizin emri gereği olursa, o zaman herkese gerekli muameleyi yapar.

Arkadaşından bir kazanç elde etmez.

Ondan çıkan mal, kendisine göre dönmez, verdiğini geri almaz.

Kendisine bir nimet verilirse şükreder, verilmezse sabreder. Hatta kendisine nimet verilince, başkasını nefsine tercih eder, bir şey verilmezse şükreder.

Fütüvvet, halk ile meşgul olup Hak'tan kopmamaktır.

Arifin fütüvveti (cömertliği) tanıdığı yüce rabbine göre olur; başkasının fütüvveti ise, alışıp bildiği şeylere göre olur.

 

İmam Gazalî, Hak Yolunun Esasları

Top