Cüneyd şöyle der: “Nûrî vefat ettikten sonra sıdkın hakikatini haber veren başka kimse kalmadı.”
Sûfî zâhidlerden Ebû’l-Hasan (veya Hüseyn) Ahmed b. Muhammed Nûrî aslen Bağavlı olup Bağdat’ta doğmuş, orada yetişmiştir. Cüneyd’in akranıdır. Seriyyu’s-Sakatî ve İbn Ebi’l-Havari’nin sohbetinde bulunmuş, 295/907 senesinde vefat etmiştir. Şanı yüce, dili tatlı, merhametli ve muamelesi güzel bir sûfi idi.
Nûrî (r.a) der ki: “Tasavvuf nefsin tüm haz ve arzularını terk etmektir. Zamanımızda en aziz olan (ve çok ender bulunan) iki şey var. İlmi ile amel eden âlim, hakikati anlatan arif.”
Nûrî diyor ki: “Benim Allah ile öyle bir hâlim var ki; o beni şeriat ilminin hududunun haricine çıkarıyor, iddiasında bulunan birini gördün mü, sakın ona yaklaşma!”
Cüneyd şöyle der: “Nûrî vefat ettikten sonra sıdkın hakikatini haber veren başka kimse kalmadı.”
Ebû Ahmed Megâzilî, “Nûrî’den daha çok ibadet eden birini görmedim.” demiş. “Cüneyd de mi ondan âbid değildi?” diye sorulunca: “Evet!” diye cevap vermişti.
Nûrî der ki: “Yamalı elbise (eskiden hırka) incileri örterdi (içinde cevher bulunan sûfînin sırtında yamalı elbise bulunurdu). Bugün ise mezbeleliklerdeki leş örtüsü haline geldi.”
Derler ki: Nûrî her gün yanına ekmek alarak evinden çıkar, yolda ekmeği sadaka olarak verir, mescide girer, öğle yaklaşana kadar orda ibadet eder, sonra mescidden çıkar, dükkânına gelir ve böylece oruç tutardı. Ev halkı onun çarşıda, çarşı halkı da evde yemek yediğini zannederdi. Başlangıç halinden itibaren yirmi sene bu şekilde devam etmiştir.