Muridan
Mevlânâ ve Müsâmaha

Mevlânâ ve Müsâmaha

Şüphesiz ki, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî veya diğer tasavvuf büyükleri denilince, İslam´ı taviz vermeden yaşayan kimseler anlaşılır. Hakiki mutasavvıf bunlardır.

    Hem şu da kesin olarak bilinmelidir ki, bu tasavvufî hayat Peygamberimizin, sahabîlerin, tâbiînin ve ondan sonra gelenlerin İslamî yaşayışlarıdır, İslamî bir hayat tarzıdır.

    Zikrullah Kur´ân´ın ayni,

    Sen sanma Kur´andan gayri,

    Yanalım zikrullah ile

    Ölelim zikrullah ile

    Dost olalım Allah ile

denilmiştir. Hal böyle olunca Mevlânâ´nın bazı deyişlerinden yola çıkarak, onu yanlış anlatmaya veya şöyle diyebiliriz, kendi İslam dışı yasayışlarına şahit veya delil olarak göstermek istemişlerdir. Bu, Mevlânâ´dan uzak,  onlar da Mevlânâ´dan çok uzaktırlar. Bir beytinde Mevlânâ şöyle diyor;

    Baza baza, heranci hesti baza

    Ger Kâfir-u ger putperest u baza

    Türkçesi şöyledir:

    Her ne olursan ol, gel, yine gel

    Kâfir de, putperest de olsan yine gel

    Bin defa tevbeni bozmuş olsan da yine gel

    Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.

    Bu dörtlüklerden yola çıkarak onun dediklerini saptıranlar olabilir. Ama o hiç böyle dememiştir, onun kastı başkadır. O, puta tapanları İslam´a ve hidayete davet ediyor, tevbesini bozanları, günah yapmamaya söz verip tevbe etmeye çağırıyor. Hatta hatta bin defa tevbesini bozan kimseleri de huzuru Rabbu´l-Âlemîne çağırıyor. Onların ümitsiz olmamasını, Cenab-ı Allah´ın rahmetinin bol ve geniş olduğunu hatırlatıyor. Yoksa kâfir olarak gel, putperest olarak gel, yine öylece hayatına dön, öyle kal, demez ve diyemez. O, kendisinden emindir, onun tekkesine giren ilzam olunur, İslam dışı yaşayanlar da eğer ki nasipleri varsa, bu yüce dinle müşerref olur ve hidayet bulurlar. Yoksa sizi Allah böylece kabul eder, cezalandırmaz da, demek değildir. Böyle bir yetki, değil onda Peygamber de bile yoktur. Diğer taraftan tevbesini bozanlara ilahî kitabımızın da bir fermanı hatırlatılıyor. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz! Gerek Cenab-ı Allah ve gerekse Peygamberimiz (s.a.v.) bizleri tevbeye çağırmıştır. Bu büyük sûfî, İslâm ülkelerinden bazılarını dolaşmış ve gelip Konya’ya yerleşmiştir. Burada Şems-i Tebrizî kendisini ziyarete gelmiştir. Bu ziyaretten Mevlânâ Celâleddin çok etkilenmiş, ondan feyz almış ve kendisine bağlanmıştır. Mevlânâ Celâleddin aynı zamanda âlim bir kişi idi. Ona bütün dünya hayrandır. Kendi muasırlarına ve kendisinden sonra geleceklere verdiği en büyük aşk, sevgi ve birlik dersidir. İslâm kardeşliği ve İslamî ölçüler içersinde kardeşliği ve müsamahakarlığı esas alır. O sadece şiirleriyle değil, ufku geniş bir düşünürdür de. Başlıca eserleri şunlardır.

    1. Mesnevi

    2. Divân-ı Kebir

    3. Fîhi Mâ Fih

    4. Mektubât

    5. Mecâlis-i Seb´a

    Mevlânâ Celâleddin böylece iz bırakmış, yüksek bir şahsiyettir. Ona bu özelliği, Cenâb-ı Allah lütfetmiştir. Tabi ki hiç bir kimse, manevi derecesi ne olursa olsun Peygamberimizden üstün olamaz. Bu anlayışı her müslümanın muhafaza etmesi lazımdır. Kıyamete kadar gelen bütün veliler, sevgili Peygamberimizin bir mucizesidir. Kendisi de; gökler kadar geniş bir ağım olsa ki, o Nebiyy-i Muhterem’i anlatabileyim, demiştir. Hak tarikatlar bu dini ölçüleri son derece titizlikle korurlar. Sonradan bozulanların, şeriatı çiğneyenlerin, İslam dini ile de tarikat ve tasavvufla da hiçbir ilgileri yoktur ve olamaz da. Bunlar için yine mutasavvıflardan meşhur birisinin söylediği gibi: ``Görseniz ki, şeriatı yaşamadan bir kişi havada uçuyor, denizleri de mâşiyen (yürüyerek) geçiyorsa onlara inanmayın. Çünkü havada uçan bir sürü hayvanat, suda sinek gibi yüzen bir sürü haşarat vardır.´´

    İlle de şeriata bağlı hak olanlar… Bunlara asrımızda şiddetle ihtiyaç vardır. Böylelerine hep beraber kurbanda olunur. Bilindiği üzere Yunus Emre ile Mevlânâ Celâleddin aşağı yukarı muasırdırlar. O´na, Mevlânâ´dan bahsetmişler, şu kadar şiirler yazmış v.s. demişler. Rivayete göre o da şöyle demiş:

    Ete kemiğe büründüm

    Yunus deyi göründüm

    M. Celâleddin de tasavvufî hayatını şöyle özetlemiştir:

    Üç sözden öte değil,

    Bütün ömrüm şu üç söz,

    Hamdım, piştim, yandım.

    Silinmeyen izler bırakan Mevlânâ 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası sultanu´l-ulemâ diye bilinen Bahauddin Veled´dir. Annesi Mümine hanımdır. Bu dünyadaki ``yandım´´ sözüyle, aşkla yandığını ifade edip yandıklarına kavuşması 1237 yılında Konya´da olmuştur. Malum mezarı da Konya´dadır. Ama o, şöyle der: ``Benim mezarımı yerde aramayın, benim mezarım âşıkların kalpleridir.´´ Bu anlayış içerisinde; o ve onun gibi büyük şahsiyetlerin kabirleri, ibret ve feyiz almak, manevi haz ve bereket almak için ziyaret edilir.

 

 

ZÜ'L-CENÂHEYN

Top