Bu mübarek zikir yolunun manevî evlatlarıyız. Allah, bu manevî evlatlarımızı kabul buyursun. Allah, bu yolun kabul edilmişlerinden, mahsuplarından, mensuplarından eylesin.
Uzun söze hacet yok. Bazı nimetler vardır, bu nimetlerin kadri kıymeti bazen bilinir, bazen bilinmez. Onun için bu zikir meclislerini şenlendiriniz ki siz de iki dünyada şenlendirilenler olarak şen olasınız. Şen olursunuz. Uzak kalırsanız, korkarım ki mahvolursunuz. Allah’a şükür sizde bu iman-inanç sadeliğini, tazeliğini görüyorum. Devam-sebat Cenâb-ı Allah müesser eylesin.
Bugün sözgelimi iki yerde münasebet düştü de size de anlatayım. Bu tarikimiz dahi hak tariktir. Sünnet, hadis, ayet neyse o… Şükür ki hiçbir şüphe şek yok bozulmadık. Onun için bazı tarikat namı altında ortaya çıkanlar var. İkaz ediyorum! Bu benim vazifemdir. Onlara itibar etmeyin. Ben her zaman demişimdir arkadaşlar! İlk önce şeriat, üstüne tarikat, üstüne hakikat, üstüne marifet. Şeriat temeldir, temel olmadan tarikat olmaz, hakikat olmaz, marifet olmaz. Bunlar olmaz. Onun için şeriat, yani İslâm’ım kendisi olması lazım.
İslâm’ın kendisi olmadan şeriat dediğimiz şey olmadan görseniz ki bir insan ağzıyla kuş tutuyor, evet çok olağanüstü hadiseler meydana getiriyor, konuştuğu zaman çok güzel konuşuyor, hatta havada uçtuğunu görseniz, denizin üzerinde yürüyerek karşıya geçtiğini görseniz ona itibar etmeyin. İlk önce İslâm lazım.
Duyuyoruz, keramet konuşuyorlar. Keramet, keramet, keramet… Keramet nedir? Güzelce İslâmiyet’i yaşamaktır.
Keramet konuşuyorlar. Yat keramet, kalk keramet. Bu değil. Keramet, bir müridin daha ki şeyleridir.
“Kiremidim olsaydı, (affedersiniz) itlere atardım” diyen bir mürşidin tarikinin mensuplarıyız.
Keramet Allah tarafından verilir, verilmez ayrı mesele. Ama ben öyle kerametin de basit olacağına inanmıyorum. Bu kadar sakal, ağızda sigara… Ondan sonra şöyle keramet, böyle keramet… İlk önce kerametini sen göster. Haramı terk et. En büyük keramet o. Tarikata girmişsin, onu terk edeceksin. En büyük keramet o.
Ben şunun bunun aleyhinde konuşmuyorum da bir meseleyi ortaya koyuyorum. Bugün gidip gelirken de söz konusu edildi. Ben evet, epey zaman müftülük de yaptım, 10-12 sene kadar. O zamandan beri söylüyorum. Son zamanlarda bu daha güzel bir şekilde tahakkuk etti. Yani sigara haramdır arkadaşlar, haram. Bugün orta yere çıkmış, ama bilmiyorum bu nezih ortamda kullanılacağını tahmin etmiyorum. Varsa onlar da bir an önce ondan kurtulsunlar. Allah kurtarsın, Allah kurtulmayı nasip eylesin.
Bugün, son zamanlarda ortaya çıktı, görülüyor ki, yani sigara artık alkolden de daha tehlikeli hale gelmiş. Neden bunu söyledim. Keramet… Kerametle yatıp kerametle kalkmak mana değil olabilir. Allah, adetlerini ama ihlâslı olarak onların da adetlerini artırsın. Ben onlara diyorum; yani Müslüman olarak isterim. Ama ilk önce din-İslâm esastır ki bundan mahrum olmayalım.
Allah’a şükür ki bizim tarikimizin böyle bir pürüzü yok. Böyle bir şüphe, böyle bir töhmet altında değiliz. Zaman zaman da ben arkadaşlarımı ikaz ederim. Derim ki; bazı kimseler cin kullanıyorlar, hüddam kullanıyorlar. Bu cin vasıtasıyla bazı şeyleri Müslümanlara ve yahut da ne bileyim kendilerine intisap etmek isteyenlere inâbe almak isteyenlere keramet diye (sunuyorlar), yani aldatmaya çalışıyorlar. Bunlardan da sakınınız. Bunlar da doğru değildir. Bunu yapanlar var, yani burada ikaz ediyorum. Bu şeylere Allah’ın izniyle düşmeyin inşallah.
O bakımdan asıl olan ilk önce şeriat, İslâm, Kurân, Sünnet… Şeriat deyince korkuyor insanlar. Şeriat, İslâm’ın kendisidir. Kurân, hadis, onlar ondan sonra… Tarikat, hakikat, marifet böyle geliyor, böyle oluyor. İşte bu bakımdan Cenâb-ı Allah’ı bu mübarek yolda zikredelim. Buraları şenlendirelim.
Hakikaten bu mübarek yolda feyiz alamayan bir başka tarikte feyiz alamaz. Burayı … bir tarafa atan kişi başka bir tarikte feyiz bulamaz, dağılır gider. Dağılmasın, istiyorum. Bakınız “insan insanın kurdudur” derler. Bilmiyorum, Türkiye’de var mı böyle bir şey. Burada (Belçika’da), dilde kullanılıyor. İnsan insanın kurdudur. Kurt var ya kurt… İçine bir kurt düştü, deriz ya rahatsız eden. Şimdi onun için bazen herhangi bir kimse ‘niye zikrediyorsun, niye tesbih ediyorsun, tarikat böyle var mıydı, Peygamberimiz yaptı mı yapmadı mı, böyle bir toplantıya geldiler mi gelmediler mi?’ diye sorabiliyor.
Tabi ki (Efendimiz aleyhisselâm) gelmemiş olsaydı, Pîr Abdülkâdir Geylânî hazretleri yapar mıydı, böyle bir şeye tesir eder miydi, etmezdi. Şâh-ı Nakşibendî hazretleri ve yahut pek çok evliyâ, makâm sahibi… Bayrâmiye, Celvetiye, Halvetiye, Mevleviye… Mevlânâ hazretleri, Yunusemreler nereden gelmişler? Hep buradan gelmişler.
Şimdi isim vermeyeyim. Bir arkadaşımız, bizlerden ders aldılar. Ondan sonra epey zamandan beri bizim zikrimizi, Kâdirî tarikinin “menba-ı feyz ve’l-kemâl” dersini çekmiş. Bunun bu hali güzel, varlığı da yerinde. Allah daha çok versin müslümanlara… Bunun bu güzel halini artık çeken olur, çekemeyen olur. Bazı menfaatler de söz konusu olunca gittiler, geldiler bir kurt olarak. “İnsan insanın kurdudur.” Yahu sen nereye gidiyorsun, burada zikir yapıyorsun, bu ne? İşte, tarikat var mıdır şu anda? Bilmiyor tabi, hoca değil. Böyle bir-iki, bir-iki diyerek efendim bu arkadaşımızı, bu ihvanımızı soğuttular. Daha önceden zikrullaha gelen kişi gelmez oldu. Ondan sonra aradan aylar geçti, yıllar geçti. O, bir duruma düştü ki elindeki mal varlığının hepsi gitti. Elinde olan bir işe yaramadı, ne kadar serveti varsa gitti.
Allah’a şükür şimdi pişman oldu, itiraf etti. Bizzat itiraf etti. “Beni, onlar kandırdılar. Sizin dediğiniz ne kadar doğruymuş. Beni kandırdılar. Ben ne akılsızlık ettim de, onların kapısına gittim de bu hale düştüm” diye pişman olmuş. Bu bakımdan bunlar canlı örnekler. Bunları derken sansasyon yaparak sizi korkutmak istemiyorum. Şunu demek istiyorum. Elhamdülillâh bizim şu tarikimiz haktır, gerçektir. Biz Allah rızası için bir kimseye bir defa, yani bir defacık bile olsa “Allah” dedirtsek en büyük mutluluğu, en büyük ticareti onda görürüz. Manevi ticareti onda görürüz. Allah’a şükür. Siz bilmez misiniz? Hz. İbrahim (a.s), evet ne yaptı? Biliyorsunuz, yani o, misafiri çok severdi. Bu, vaki olmuş bir olay.
Bir günler oldu, her gün misafiri gelen kişi on-onbeş gün-ay oldu gelen yok, giden yok. Ondan sonra bir misafir geliyor. Tabi ki imtihan olmak için Cenâb-ı Allah göndermiş. Yediriyor, içiriyor. Misafiri ağırlıyor. O fakir, o kadar serveti görünce ‘Allah sana ne kadar da çok nimet vermiş’ diyor. (Hz. İbrahim) ‘Bu gördüğün koyun sürüsü bir defa Allah dersen sana şu malım, sürünün yarısı senin olsun. Bir defa Allah dersen, zikredersen yani. İki defa dersen hepsi senin olur. Üç defa dersen ben de bu sürülerle senin olurum. Bu sürülerin çobanı olurum.’ Öyle demiştir.
Benim mürşidim Hacı Mustafa Hayri Baba hazretleri: “Evladım! Âhir zamandır. Biz, bu Ümmet-i Muhammed’i öyle çok sıkmak istemiyoruz. Yani müsait gördüğümüz bir arkadaşımıza, bir defa bir kişiye bir ders tarif edelim de bir defa Allah desin, bu bile bizim için bir kardır, kâfidir” buyurmuştur.
Herhangi bir münasebetle birisinde bir şey görürse, müsait olursa ona ‘sevdim seni, sana bir ders tarif edeyim, tesbih vereyim de onları yap. Bi-iznillâhi Teâlâ kurtuluşa erersin’ derdi. Tesbih verirdi ve ondan sonra da dinimize çok bağlı olurlardı. Samimi olarak çalışırlardı.
Bir olayı anlatmak istiyorum, yaşanmış bir olay. Kendisinden duydum. Duyan birçok kişiler daha var. Bu, tarikatımızın mübarekliğini zikr u tesbihatını göstermek için…
‘Evladım, Malatya’dayım’ diyor, ‘orada Ümmet-i Muhammed’e ders tarif ediyorum. Bizim bir ihvanımız var, hanım ihvanımız. Bu yolumuzun müdavimlerinden, ihlâslı olanlarından. Bir de beyi var. O, tam tersine inançsız, itikatsız, ne bileyim biraz da günahı olan, işte biliyorsunuz günah, içki gibi şeyleri olan kimse böyle…
Gel zaman git zaman bu zat hasta yatağına düşer. Bana ulaştığı zaman ‘Hayri falanca müridenizin kocası hastalanmış yatıyor.’ Hanımı da öyle haber vermiş. Rica ediyor, acaba bir ziyaret eder mi? Öyle ya hasta ziyareti. Kalkıp evladım gittim, diyor. Hasta yatağında yatıyor. Bir konuştu neyse konuşabildiği kadar. O zata ismiyle hitap ederek; “Evlâdım! Sen şurada sekerat-ı mevt (ölüm hali) halindesin. Son demlerini yaşıyorsun. Bir iki tesbih tarif edeyim sana hiç olmazsa umulur ki… Bir tevbe-istiğfar vereyim sana.’
Bakın, bir tevbe-istiğfar vereyim sana, diyor. Bir iki tesbihat, umulur ki Mevlâ seni affeder. Tevbe-istiğfâr ondan sonra tesbihat…
Bakınız, ondan sonra belki o zat-ı muhterem merhum 3-5 tesbihatı ya çekti, ya çekmedi. Neyse, ama bir zaman sonra dâru’l-bekâya intikal etti. Hanımı da tabi ki uzun zaman beraberdi. Acaba bu benim kocam nasıl bir durumda, diye merak etmiş. Cenâb-ı Allah’a rica etmiş. Yani, ya Rabbi! Bana göster. Tabi ki o kadar zaman hayat arkadaşlığı yapmış. Aynen ifade öyle. Ondan sonra kocasını bir gece öyle bir durumda görüyor.
Verilen tesbih sebebiyle, verilen tevbe-istiğfâr sebebiyle Cenâb-ı Allah onun geçmiş günahları affetmiş. Birkaç esbih onun kurtuluşuna vesile oldu. Allah’a şükür, yeni kurtuluşa erdi de cennette makamı kendisine gösterildi. Sabah hemen Hacı Mustafa Hayri Babamızın kapısına koşuyor. Bu müjdeyi veriyor. Bu oradan buraya kadar gelmiş bir olay. Belki onlarca olaydan biri. Bu olayı size anlattım. Demek ki bu tevbe-istiğfâr inâbe alma, bu tesbihat yapma Allah’ın ismiyle kurtuluşunuza vesile olacaktır. Ama bu sağlam ‘silsiletü’z-zehebiyye, altun halka’ kendisi öyle buyururlardı. Altın demezlerdi de “altun” (derdi), biz “altın” diyoruz. ‘Altun halkaya, aman evladım sımsıkı sarılın’ derdi. Biz de sıkı sarılalım.
Bu silsiletü’z-zehebiyye Peygamber Efendimizin nesli. Sizi böyle sık sarılmış bir vaziyette, dimağlarınız pırıl pırıl ağzınızda tevhit, zikir tesbih. Çok çok Allah devam sebat ihsan eylesin.
Kalpten kalbe yol vardır. Sevginin hududu yoktur, muhabbetin, bağlılığın…
“Aşığa Bağdat uzak değildir.”
*Abdullah DEMİRCİOĞLU
Bizi sosyal medyada paylaşın: