“Aslında tasavvuf ehlinin tutmuş oldukları yol, sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelen ümmetin selefi ve büyükleri tarafından hiçbir zaman terk edilmemişti.
Bu yolun temeli ibadetlere kapanıp tamamen Allah’a yönelmek, dünyanın geçici nimetlerinden, süs ve ziynetinden yüz çevirmek, insanların genelinin yöneldikleri zevklere, lezzetlere, mal ve makama sırt çevirmek, halvet ve ibadete çekilmek için insanlardan uzaklaşmaktır. Evet, sahabe ve onlardan sonraki selef döneminde bu hal genel bir durumdu. Sonra (hicrî) ikinci yüzyıldan itibaren dünyaya ve dünya malına meyletmeler yaygınlaşınca ve insanlar dünya işlerine dalınca, eskisi gibi ibadetlere yönelenlere “sufîye ve mutasavvıfa” isimleri verildi.
…
Böylece şeriat ilmi iki gruba ayrılmıştı: Birinci grup fakihlere ve fetva ehline özgü olan, ibadetler, adetler ve muâmelâtla ilgili genel hükümlerdir. İkinci grup ise söz konusu mücahedelere ve nefs muhasebesine yönelen tasavvuf ehline özgüdür. Onlar bu ilim dalında, bu yolda karşılaştıkları manevi zevklerden, vecd hallerinden, bir manevi zevkten diğerine nasıl geçileceğinden bahsederler ve kendi aralarında kullanılan terimleri açıklarlar.
…
Tasavvuf yoluna girmemiş olan ibadet ehli kişilerin gayesi fıkhî bir bakış açısıyla (fıkhî şartlarına riayet ederek) ve ihlâsla ibadetleri yerine getirmektir. Sufîler ise yaptıkları ibadetlerin eksikliklerden uzak olduğunu anlamak için öncelikle bu ibadetlerin neticesinde elde edilecek manevi zevkler ve vecd hallerini araştırırlar. Buradan anlaşılıyor ki sufîlerin yolunun temeli yaptıkları (ibadetler) ve terk etikleri (zevkler) her şeyde nefs muhasebesi yapmak ve bu mücahedelerin sonunda elde edilecek olan manevî zevkler ve vecd halleri hakkında konuşmaktır. Sonra mürîd için bir makam belirir ve o makamdan başka bir makama yükselir.
…
Sahabeler de böyle bir mücahede içindeydiler ve bu tür kerâmetlerden çok büyük nasibleri vardı. Ancak onlar bu gibi şeylere hiç önem vermemiştir. Hazreti Ebu Bekr’in, Hazreti Ömer’in, Hazreti Osman’ın ve Hazreti Ali’nin faziletinden bahseden haberlerde bunun pek çok örneği vardır. Kureyşî’nin “Er-Risâle”sinde isimleri zikredilen tasavvuf ehli kimseler bu hususta sahabenin ve onlara uyanların yolunu takib etmiştir.”
İbn-i Haldun – Mukaddime