Çünkü Rasûlullâh (s.a.s) Hanzala hadisinde: ‘Benim yanımda bulunduğunuz hâl üzerinde kalsaydınız, melekler size gelir ve elinizi sıkardı.’
Temkin, mekânda yerleşme, karar kılma, istikrar, devamlı olma, değişmeme.
Telvîn, renkten renge girme, boyanma, değişme, kararsız olma.
Mest şu iki sebepten gelir. Ya vârid kuvvetlidir veya vârid konusu olan kimse zayıftır. Sükûn hâlinde bulunmanın sebebi de ikidir: Ya vârid konusu olan kimse kuvvetlidir veya gelen vârid zayıftır. Bunu böyle bilmek icabeder.
Üstad Ebu Ali Dekkak’ın (k.s) şöyle dediğini işitmiştim: “Temkin hâlinin devamının cevazı konusunda sûfîlerin esasları şu iki şekilde açıklanır: Bu hâlin devamı mümkün “değildir. Çünkü Rasûlullâh (s.a.s) Hanzala hadisinde:
‘Benim yanımda bulunduğunuz hâl üzerinde kalsaydınız, melekler size gelir ve elinizi sıkardı.’ (Müslim, Tevbe, 3; Tirmizî, Kıyamet, 59; îbn Hanbel, IV, 346) buyurmuştu. Başka bir hadiste ise şöyle buyurmuşlardı:
‘Benim öyle bir vaktim var ki, Aziz ve Celil olan Rabbımdan başkası oraya sığmaz.’ (Beni sadece o meşgul eder). Bu hadisi ile Rasûlullâh kendi hususi vaktini haber vermiştir.
İkinci açıklama şekli şudur: Hâllerin devamı şahiddir. Çünkü hak ehli olanlar tevârik (hâl) ile değişme vasfını aşmışlar ve daha yüksek makamlara çıkmışlardır. Hadiste:
‘Melekler sizinle musafaha eder.’ buyrulmuş ve iş imkânsız bir şarta bağlanmamıştır (böylece hâlin devamının cevazına işaret edilmiştir). Meleklerin musafahası mübtedi (başlangıç hâlinde bulunan) kimseler için, Rasûlullâh’ın (s.a.s):
‘Melekler, amellerinden razı olduklarını göstermek için kanatlarını ilim taliplerinin üzerine gererler.’ (Tirmizî, İlim, 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, IV, 239; V, 196; Ebu Davud, İlim, 1) buyurduğu hâlden daha aşağı bir hâldir.
‘Benim öyle bir vaktim var ki’ hadisi, dinleyicinin anlayışına göre söylenmiştir. Zira O bütün hâllerinde hakikat ile kâim idi.” (Aclûnî, I, 173)
En doğrusu şu görüştür: Kul yükselme hâlinde bulundukça telvîn sahibidir. “Hâllerin fazlalaşması ve eksilmesi bu durumdaki bir sâlikin vasfıdır,” demek doğrudur. Kul, beşerî ve nefsâni hükümleri tesirsiz hâle getirerek Hakk’a vâsıl olunca, Hakk Sübhanehu ve Taâ-lâ onu nefsinin illetlerine iade etmemek suretiyle temkin sahibi kılar. O zaman kul makamına ve istihkakına göre hâlinde temkin sahibi olur. Sonra Hakk Sübhanehu ve Teâlâ her an bu durumdaki kuluna ihsanda bulunur, nail olan kulun hâlleri fazlalaşma gösterir.
Şu halde kul daimî surette içinde bulunduğu hâlde bir an evveline nisbeten daha fazla temkin sahibi olur. Sonra bu hâlden onun üstündeki diğer bir hâle yükselir. Şüphe yok ki Hakk Sübhanehu ve Teâlâ’nın kudreti dâhilinde bulunan her nevi ve (her cins hakkındaki ihsan ve) lütfun haddi hesabı yoktur.
Şahidinden kaybolan ve hislerini tamamen yok eden “muştalime (meczub, yani kendisi ve maddî âlemi hakkındaki şuurunu ve hissini yitiren sâlike) gelince, beşeri hadlerin bir sınırı vardır. Bedeni, nefsi ve hissi, kısaca bütün varlığı hakkındaki şuurunu kaybeden kul, kâinat ve oradaki her şeyle ilgili bulunan bilgisini yitirip devamlı bir gaybet hâline ulaşınca, kul “mahv” durumunda bulunur. O zaman kul için ne temkin, ne telvîn, ne makam, ne de hâl bahiskonusu olur. Kendi gayreti ve irâdesinin tesiri olmadan (ilâhi) bir muamele ile eski hâline iade edilmesi durumu müstesna, bu vasıfta devam eden kul için teşrif ve teklif yoktur. Halkın zannına göre bu durumdaki kul mutasarrıftır (irâde sahibidir). Fakat o haki-katta mutasarreftır (Hakk’ın irâdesi ile idare edilmektedir). Allah Teâlâ, “Onları uyanık zannedersin, halbuki uyumaktadırlar, onları sağa ve sola çeviriyoruz.” (Kehf, 18/18) buyurmuştur.
Muvaffakiyet Allah’tandır.
Kuşeyrî Risâlesi