Kâinatın en muhteşem varlığı olan insan çok hassas bir denge üzerinde yaşamaktadır. Ölçüsüz bir ilaç, yüksek ateş veya aşırı bir üzüntü bu dengeyi bozmakta ve insan “düşmek”tedir. Aynı denge kâinatta da vardır. Çağdaş insan “teknik” adına, “teknik buluş” adına, bu nizama müdahale etmekte, tabiatın dengesini bozmaktadır. Bunu yaparken, “Sakın ha, dengeyi bozma!” (Rahmân, 55/8) emrine kulak vermemektedir. İnsanı “denge” ile barışık hale getirmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan bir tanesi kazandıklarımızı harcama eğitimidir. Kur’ân-ı Kerim hem cimriliği, hem de israfı yasaklamaktadır. “Ne ellerini boynuna bağlayıp kilitli tut, ne de sonuna kadar açıp varını yoğunu ortaya dök. Böyle yaparsan, kınanan, yapayalnız ve yoksul biri olup çıkarsın.” (İsrâ, 17/29) Bazen hutbelerde “Trafik Haftası” için kullanılan “kendinizi tehlikeye atmayın” ifadesinin geçtiği âyet de aslında bu dengeye işaret etmekte, gerektiği yerlerde gerektiği kadar harcama yapmayı öğütlemektedir. “Allah yolunda harcayın, kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve iyilik yapmaya azimle devam edin.” (Bakara, 2/15)
İnsanı dengesiz hale getiren nedir? Buna kısaca “şehvet” demek mümkündür. (Bk. Âl-i İmrân, 3/14; Nisâ, 4/27; Meryem, 19/59)
Materyalist ve kapitalist dünya insana şu yanlış aşıyı yapmıştır: “Ye, iç, gül, oyna!” Bunun için her şey mubah… İstediğin silahı üret, istediğin hayvanı öldür, istediğin “haşerat”ı yok et! İstediğini al, sat! Tüketimin tadına var! Bu hırs ve şehvet tabiattaki dengeyi yok ederken aslında insan kendi kuyusunu kazmakta, kendini tüketmektedir.
Kazanma, sahip olma, hâkim olma… şehvetlerine cinsel şehvet de ilave edilince dünya-âhiret dengesi yok olmaktadır. “Bize dünyada ve âhirette iyilikler, güzellikler ihsan eyle…” (Bakara, 2/201) duası unutulmaktadır.
Cân-ı canân,
Kur’ân-ı Kerim’in ısrarlı bir şekilde dünya hayatına vurgu yapmasının sebebi nedir? Dünya hayatının aldatıcılığı ve ayartıcılığına dikkatimizi çekmesi ne anlama gelmektedir? Sürekli bir şekilde bu hayatın geçiciliğinin altını çizmesinin hikmeti nedir? Çünkü dünyadaki alış-verişte dengeyi yakalamayan dünya-âhiret dengesini de kuramamaktadır. Giderek vahşileşmektedir. “Ezme”, “öldürme”, “yok etme” duygusu güçlenmektedir. Canavarlaşmaktadır, rakipsiz olmaya özenmektedir. “Ben… ben…” naraları atmaya başlamaktadır. Elindeki imkânlara özenenlerden meydana gelen “kullar” ve “köleler”den bir “cemaat” oluşturmaktadır: Kur’ân-ı Kerim kendine has üslubuyla soruyor: “Sen hiç kendi hevâ ve heveslerini tanrılaştıran birini gördün mü? İmdi böyle birinden de sen mi mesul olacaksın. Yoksa sen onlardan çoğunun senin ulaştırdığın mesajı dinlediklerini ve akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun. Hayır, hayır, koyun sürüsü gibidir onlar. Doğru yoldan hiç mi hiç haberleri yoktur.” (Furkân, 25/43-44)
“Kendi arzu ve özlemlerini tanrı edinen ve bunun üzerine Allah’ın zihninin hidayete kapalı olduğunu bilerek saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği insanı hiç düşündün mü?” (Câsiye, 45/23)
Bütün hümanist çağrılara, bütün insancıl edebiyata, bütün barış toplantılarına rağmen, insanoğlunun rotası huzur ve selamet mahallesine doğru değildir. Çünkü dengesini kaybetmiştir. Bu gayr-i insanî, gayr-i tabii, gayr-i İslâmî çarkın durdurulması gerekmektedir. Bu çarkı önce fıtrî ve İslâmî olana doğru yöneltmek gerekmektedir. Aslında büyük insanların asırlardan beri yaptıkları çağrılar da bu istikamettedir. Onların “karınca ezmeyen” felsefeleri yerine çağdaş insan ne acıdır ki her şeyi tarumar eden, ağaçları, bitkileri, canlıları yok eden nükleer silahı ile övünür hale geldi. Bu cinnet hali için tekrar gönül adamlarının sesine kulak vermek gerekiyor, tekrar onların reçeteleriyle derdimize derman aramak gerekiyor. Onların gülistanına girmek gerekiyor. Çünkü o gülistanda benlik yok, kibir yok, hased yok, hırs yok… Dolayısıyla körlük yok. “… Kim bu dünyada kör ise âhirette de kördür…” (İsrâ, 17/72)
İşte gönül gözünü açan, dost kokusunu yayan gülistan davetiyesi:
Hevâ ise yeter gönül gel Allah’a dönelüm gel
Sivâ ise yeter ey dil gel Allah’a dönelüm gel
Nice bir sevelüm gayrı nice bir olalum ayrı
Analum vuslat-ı yâri gel Allah’a dönelüm gel
Bize Hak’tan gel olmadın ecel kösi urulmadın
Canun Azrail almadın gel Allah’a dönelüm gel
Özenmez misin ol yâra ki aldanmışsın ağyara
Seni azdırmış emmâre gel Allah’a dönelüm gel
Taleb kıl her sehergâhı yürekten eylegil âhı
Sevenler buldı Allah’ı gel Allah’a dönelüm gel
Soralım gel bilenlere gülün bûyın direnlere
Visâline irenlere gel Allah’ı bulalım gel
Niyazî’ye olup haldaş olursan yoluna yoldaş
Döküp gözlerümden yaş gel Allah’a dönelüm gel
Davete icabet gerekmez mi?