Muridan
Öfkenin Sınırları

Öfkenin Sınırları

Şüphesiz, Allah Teâlâ da öfkelenir. İman sahibinin öfkesi, ilâhi öfkeye benzer. İmanı bütün olan Yaratan'ın darıldığı şeylere darılır, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, sevinç duyar.

Bu konuşma öğle zamanı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 18 Cemâziyelâhir 545, Milâdî 1150.

 

Yapılan öfke, Allah için olursa iyi sayılır. Başka sebeplerle du­yulan öfke iyi sayılmaz.

İman sahibi, hiddetini Allah'ın emri olmadan göstermez. Nefsi için hiç bir hiddete kapılmaz. İslâm dininin zaferi için hiddet eder; fakat nefsin arzusunu yerine getirmek için sertleşmez. İman sahibi, dinî emirlerin biri zedelenecek olursa sonsuz hiddete kapılır; onun hiddeti şiddetlidir. Evi elinden alınan bir kaplan, belki onun kadar hiddete gelemez.

Şüphesiz, Allah Teâlâ da öfkelenir. İman sahibinin öfkesi, ilâhi öfkeye benzer. İmanı bütün olan Yaratan'ın darıldığı şeylere darılır, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, sevinç duyar.

Aslında nefsin için olan, fakat dışta Allah için olduğu görülen hiddeti etme. Sonra münafık olursun. Münafık olmasan bile benzer­sin. Allah için olan şey devamlı, ömürlü olur. Başkası için yapılacak hiddet az zaman durur, sonra geçer.

Bir işi yapacağın zaman, nefsini bırak. Şeytanî ve uygunsuz duy­guları at; yalnız Allah için yap. Ve Allah'ın emirlerine uy. Allah ta­rafından verilmiş bir emir olmadan hiç bir işe el atma. İlâhî emir, ya şeriat veya ilham yolu ile gelir. Hangi yoldan gelirse gelsin. Kal­bine sahib olmalısın.

Kendi varlığına, halka ve dünyaya güvenme, rahat edersin. Hak'la ülfet etmeye rağbetli ol. Rahat yalnız O'nunla olmaktadır. Ülfet, yalnız O'nunla olur. Ruh serinliği, yalnız O'nun varlığı ile ol­maktadır. O'nu bulma işi, nefsin hastalıkları geçince başlar. Onun safiyet hâline geçmesinden, şahsî varlık ve kötü arzuların kirini on­dan giderdikten sonra olabilir.

Varlığını Hak yoluna vakfeden kimselerle ol. Onların kuvveti ile kuvvet bul. Görüşlerini onların görüşlerine uydur. Bunları yaparsan Yaratan, onları övdüğü gibi seni de över. Seni meleklere medheder. Daha başka tâbirle, seninle övünür. Her şey zıddından ve sevmediği şeyden kaçar. Kuvvetler çeşitlidir. O zıtlar arasında kudsî kuvvetler ve onun karşısında kudsî olmayan kuvvetler vardır; sana düşen ilâhî kuvveti alıp aksini bir yana atmak. Varlığını Hak varlığı ile doldur. O kudsî varlığı yitirirsen, hiç bir şey bulman kabil değildir. Görür­sün. Sonra yine O'nu görürsün. O'nun dışında varlık görmek mümkün olmaz. Yeter ki, varlığını temizlemen kabil ola. Neler görmezsin ki? Ancak temizlik şarttır. Bir padişahın katına dış pis liği ile girilmediği gibi mukaddes varlığa da derûnî kirle girmek mümkün değildir.

İçin boşalmış, orayı aç kurtlar doldurmuş. Seni neylerler? Ru­hunda bir inkılâp yap, temizle. Ancak bundan sonra şahın katına gi­rebilirsin.

Kalbin irfanla dolu olmalı; hâlbuki orada, halkın korkusu, on­lardan gelecek şeylerin sevgisi yatıyor. Dünya ve içindeki varlığı se­ni manen çökertti; çünkü onların sevgisini kalbine koydun. Bunlar kalbin temiz olmadığına delildir.

Sözü bırak. Nefsini ıslâh etmedikten sonra sana söz hakkı ver­mezler. O nefsi yüklen; doğruluk teneşirine kadar götür. Oradan baş­ka yere bırakma. Bu hâlde kalırsan dünyalık metalar seni yıkamaz; çünkü onlar elinde ve kesende kalır; kalbine girmez. Halkla oturmak da sana zarar vermez. Çünkü sen halk diye bir şey bilmezsin. Onla­rın varlığını Hak'tan ibaret görürsün. Sakın ha sakın, onlara varlık vermek duygusu kalbine geldiği zaman yanlarına yanaşma. Hakk'ın kudretini görmedikçe onların verdiğini kabul etme. Onların verme­sini Hakk'ın kudreti ile gör; sonra al.

Hak yakınlığı dehşet verir. Şayet bir dehşet duymuyorsan, sa­kın O'nun yakınlığından dem vurma, sonra yalancı olduğunu yüzü­ne vururlar. Kulların işiyle gönlünü eğlendirmektesin. Onların sana gelip el öpmelerini bekliyorsun. Onlar gelip bir şeyler versinler diye kapıda bekliyorsun. İstediğini yerine getirmedikleri zaman üzüntü duymaktasın. Övülünce yüzün gülüyor. Kötülüğünü söyleyen olursa yüzün buruşuyor.

İnsan, iyi tevbe ederse imanı sıhhat bulur ve artar. Ehl-i Sünnet kelâmına göre, artar ve eksilir. Hakk'a itaatla çoğalır, isyanla da ze­delenir. Bu avama göredir. Havas tâbir olunan büyük insanlara göre imanın artıp eksilmesi başka yollardan olur. Onlar kalplerine halkı koyarlarsa, imanları zayıflar, azalır. Hak tecellisini yerleştirince de imanları tam olur, çoğalır.

O büyükler Hak varlığında sakin olurlarsa, imanları artar. Kul­lara güvenir, onların geçici metalarına koşarlarsa perişan olurlar, imanları kuvvetten düşer. Ama onlar hiç bir zaman yaratılmışlara dayanamazlar. Yaratan'larına güvenirler, O'na tevekkül ederler. İstinat noktaları Hak'tır. O'ndan korkarlar. Bir şey bekleyecek olurlarsa yine O'ndan beklerler. Çünkü er geç gidecekleri yer orasıdır. Tevhid ehlidirler. Şirk yolunu bilmezler bile. Düşkün oldukları hâl budur. Tevhidleri kalplerinde yer etmiştir. Halkla sohbet eder, iyi geçinirler. Kendilerine karşı bir cahillik eden olsa onunla bir olmazlar. Hak Teâlâ onların bu vasfını şöyle anlattı: “Cahiller onlara söz attıkları zaman, selâm derler.” (el-Furkân, 25/63)

Sus; cahillere yumuşak davran. Cahil kişinin yanlış hâli seni üz­mesin. Onların tabiatında mevcut olan huysuzluk yüzünü buruştur­masın. Nefis ve şahsî arzularının sapık tezahürü seni üzmesin. Ama bir günah işledikleri zaman da susma, konuş. Hatalı işlere karşı susmak yasaktır. O zaman konuşmak ibadet sayılır. Gücün yeterse, iyiliği yaptır. Kötülüğe mâni ol. Bu babta kusurlu olma. O kapı bir hayır kapısıdır. Kendin için bir ganimet bil, içeri girmeye bak.

Hâlinizde ne var? İsâ (a.s) Peygamber sahra bitkilerini yer, onlardan sıkılan suyu içerdi. Mağaralara sığınır, harabelerde yatar­dı. Uyuduğu zaman ya bir taşa başını koyar; ya da kolları üzerinde yatardı. İman sahibi böyle yapsa ne var? Ölüm gelince bu hâlde öl­se, Yaratan'ına böyle kavuşsa ne çıkar? Sanki kısmeti kendine gel­meyecek mi? Dağlara, sahralara çıksa, dünyalıkları kaçırır mı? Yook... Hiç bir şey kaybolmaz. Giyeceği şeyleri giyer. Nefsine bol bol her şeyini verir. Kalbi de Hak'la olur. Ne gelirse gelsin, iman sahibi renk değiştirmez.

Zühd hâli iman sahibini kaplarsa dünyanın gelişi kalbini boz­maz. Onun getirdiği maddî gıda ve ruhî duruma tesir etmez.

İman sahibinin imanı olgun hâle geldikten sonra dünyayı sevse; içindekilere kapılsa da tadlarına dalsa; zaman olsa ondan bir an bile ayrılmasa, bu hâlde Allah'ı az hatırlayacak olsa, imanı olduğu için bu kötü hâlinden kurtulur. Allah kayıplarını ona gösterir. Kötü işlerde geçirdiği günleri ona hatırlatır; o da tevbe eder. Kitab’a ko­şar, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sünnetini tutar. Zühd hâlini tam bulur. Her bir kötü işi sezer, fâni olduğunu bilir, bırakır. İmanı olan, pek kötülüğe giremez ya; neyse...

Dünyanın ömrü nedir? Nimeti ne kadar sürer? Bir gün mevcut olan güzel hâli, ikinci gün oluyor mu ki? İman sahibi bunları iç âleminde sezer.

Dünya çirkin huyludur. Elinde karası bulunur. Her sözü zehir taşır. Tadı hemen gider. Ve bir daha dönmez. Hiçbir vaadinin aslı çıkmaz. Ahdine vefa etmez. Ona güvenip üstünde köşkler kurmak, su üstünde ev yapmaya benzer.

İman sahibi dünyayı tutmaz. Onda yerli olmayı aklına koymaz. Bu sebeple derecesini artırır. Hak irfanına sahib olur. Mahlûk şey­leri sevmez. Bu yüzden öbür âlemi de istemez. Kalbini ona da kap­tırmaz. Yalnız Hak tecellisi öbür âlemde olacağı için âhireti ister.

İman sahibinin büyük işi kalbini yapmaktır. İç âlemi için bina­lar kurar. Kalbi sağlam olunca dünya binaları da kursa zarar etmez. Çünkü yaptığı işi kendisi için değil, başkaları için yapar. Allah'ın emrine uyarak kullara hizmet eder. Bu hâlde bin bina kursa kalbi bozulmaz, biri bile kalbine girmez.

İman sahibi, kader hükümlerine uymayı bilir. Yaratılmışların iyiliğini ve rahatını düşünür. Ona göre, bir iman kardeşinin huzur duyması, kendi huzurundan daha iyi ve daha önemlidir.

İman sahibi, karanlığa lamba ile girer. Mutfaktan alacağı ek­meği elinde tuttuğu ışık ile bulur. Yanına ortak almadan sofraya oturmaz. Kendi yemeği olursa yer; nereden alındığı bilinmeyen ya­bancıların sofrasında oruçlu olur.

Zâhid olan, yemek ve içmek arzusunda şiddetli duyguyu bırakır. İrfan sahibi Ma'rûf (Allah)’tan başkasına oruçludur. Doktorunun verdiğini yer, başkasını almaz. Hastalığı, O’ndan uzak olunca başlar, yakın olunca biter.

Zahidin orucu gündüz olur. Arif hem gece, hem de gündüz oruç­lu bulunur; Yaratan'ına kavuşuncaya kadar iftarını açmaz.

Arif, yılların orucunu tutar, her zaman ateşler içinde kalır. Oru­cu tutan kalbi olur. Sır âlemi hastalıklar içinde kalmıştır. Onun şi­fası, ancak Yaratan'ına kavuşmakla olur. İrfan sahibi için acaba, başka şifa ola mı ki?

 Ey evlat!

 Felah istiyorsan yaratıkları kalbinden at. Onlardan korkma; iyilik bekleme. Onlarla manen ülfet etme. Kalbini onlara bağlama. Her şeyden kalbini kaçır. Kalp yüzünü onlara buruşuk tut. Onları ölüler gibi gör. Bu söylenenleri iyi öğren. Bunları öğrenirsen Hak katında olmak kolay olur. Başkalarını andığın zaman sıkıntı duyar, Yaratan'ı andığın zaman ise huzura kavuşursun.

Top