Muridan
Abdülkâdir Geylanî'nin (k.s) Kerametleri

Abdülkâdir Geylanî'nin (k.s) Kerametleri

Abdulkadir Geylânî daha doğmadan büyük veli olacağına dair kerametler görülmüştür. Babası rüyasında Peygamber Efendimizi (s.a.v), ashâb-ı kiramı ve sair evliyayı görmüş, Peygamber Efendimiz, kendisine evladının çok sâlih bir kimse olacağını haber vererek şöyle buyurmuştur: “On iki imam dışında bütün veliler doğacak olan oğluna itaat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar. O yüksek derecelere kavuşacak, kendisine itaat etmeyenler Allah u Teâlâ’ya yârenlik devletinden mahrum kalacaklardır.” Ondan sadır olan keramet kadar kimseden keramet meydana gelmemiştir.

On yaşında okula giderken meleklerin de kendisi ile beraber yürüdüklerini görür, onların: “Yer açın, evliyadan birisi geliyor” dediklerini duyardı.

  Temiz bir hanım Abdulkadir Geylânî Hazretlerine talebe olmuştu. Bu kadın şehirden uzak bir yerdeyken,  ihtiyaç gidermek için bir mağaraya girdi. Meğer kendisini bir ahlaksız takip ediyordu. O da kadının peşinden mağaraya girip ona tecavüz etmek istedi. Kadın kaçıp saklanacak yer bulamadı. O anda Gavsü’l-Azam’ın ismini söyleyerek “Yardım et ey Gavs-ul Azam!” diye içten gelerek samimiyetle mürşidini çağırdı. O anda Pir Abdulkadir Geylânî dergâhta abdest alıyordu. Ayaklarında tahtadan nalınlar vardı. Onları çıkarıp mağara tarafına savurdu. Nalınlar mütecaviz adamın kafasına kadar ulaştı ve adam ölüne kadar kafasına vurdu. Böylece kadın, kurtulmuş oldu. Sonrasında kadın, nalınları alarak Gays’a getirdi ve başından geçenleri olduğu gibi anlattı. Kendisine ihlasla talebe olanların, müridlerinin tevbesiz vefat etmemeleri için dua etti ve duası kabul olundu: “Allah’ım! Ceddim, Habibin Muhammed (a.s.) ve kullarından takvaya erenlerin hatırı için hiçbir müridimin/talebemin ruhunu tevbesiz alma…”

  Tabiplerin tedavi edemediği hastalar ona gelirler, duası ve bereketi ile şifa bulup giderlerdi. Bir defasında Halife Müstenci’nin akrabasından karnı şiş bir hastayı getirdiler. Elini sürüp dua ettiğinde Cenab-ı Allah’ın izniyle o kişi iyileşiverdi.

  Bir kadın Abdulakadir Geylânî hazretlerinin büyüklüğünü işitince oğlunu ona getirir ve onun terbiyesinde yetişmesini arzular. Abdulkadir Geyleni bu genci yanına alır, nefsin istediklerini yapmamasını kendisine emreder. Aradan epey zaman geçer. Kadın çocuğunu görmeyi arzu eder, kalkar dergâha gelir. Bir de ne görsün? Çocuğu bir deri bir kemik değil mi? Bu hal kadına çok dokunur. O öfkeyle Abdulkadir Geylânî Hazretlerinin yanına varır. Bakar ki pir hazretleri oturmuş sofrada tavuk yemektedir. Hiddeti biraz geçen kadın edebini takınarak: “Efendim, siz burada tavuk yersiniz, benim oğlum ise arpa ekmeği yemekten iğne ipliğe dönmüştür” diye çıkışır. Bunun üzerine Gavsu’l-Azam hiç istifini bozmadan sofradaki tavuğun kemiklerine mübarek elleriyle dokunarak “kum bi-iznillah (Allahın izniyle kalk)” der demez tavuk hemen dirilir. Bunun üzerine hadiseyi hayret ve ibretle seyreden kadına yönelerek: “Senin oğlun da böyle olduğu zaman dilediğini yesin” diye cevap verir.

  Yine bir gün bir cemaatle terasta otururlarken, Buhara tarafına dönerek güzel bir koku alır ve “Benim vefatımdan sonra dünyaya Muhammedî meşrep birisi gelir. Bana mahsus nimetlere kavuşur. Onun kalbine kelime-i tevhidi nakşediyorum” der. Aradaki zaman 157 senedir. Evliyanın büyüklerinden ve mürşid-i kâmillerin en meşhurlarından olan bu zat, Muhammed Bahaeddin Nakşibendî’dir.

  Tarikatları; hak tarikatlar, evvelce hak tarikatlar olduğu halde sonraları bozulan tarikatlar ve tamamen sapık tarikatlar olmak üzere üçe ayırabiliriz. Sapık olanlarına aslında tarikat bile denilmez. Onlara tarikat adını vermek gerçek tarikatlara hakarettir. Onlar İslamiyet’i temsil edemez, İslam adına konuşamaz ve İslam’a inanmayanlar da onlara bakarak İslam ve Kuran hakkında hüküm veremezler. Gerçek tasavvuf nurunu Allah katında değerli olan yüce velilerden alır. Onun için tasavvufu şöyle anlatırlar:

  ŞERİAT = TARİKAT = HAKİKAT = MARİFET

  Şeriatın temelinde oturmayan tarikatta hakikat ve marifet adına hiçbir hayr beklenemez. Böyle olanlar bir İslam mutasavvıfının dediği gibi havada uçup denizleri yürüyerek geçseler, onlara önem verilmez. Havadaki uçan kuşlar ve daha başka varlıklarla denizin üstünde yüzen diğer yaratıklar da bunu yapmaktadırlar. Abdulkadir Geylânî şeriata sıkı sıkıya bağlı olmayı mensuplarına emretmiştir. Bu bağlamda o; kötü arkadaşlardan uzak durmayı, dine ve dünyaya yararlı olmayan faydasız şeyleri bırakmayı, su-i zanda bulunmamayı, duaya devam etmeyi, ahiret işlerini öne almayı, yapılan nasihatleri kabul etmeyi ve sabrı tavsiye etmektedir.

  Kendisinden sayısız kerametler sudur etmesine rağmen şöyle buyururlardı: “Kerametler ancak bir hayr ve bir hikmet için gösterilir. Kerametlerini gizlemeyen dünyaya düşkündür. Bana veya halifelerime bağlı olup keramet derecesine ulaşan ve maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur.”

 

Abdullah DEMİRCİOĞLU

Top