Aşkı nasıl tarif edebiliriz, bu mümkün mü? Aşk, tarifi mümkün olmayan ilahî bir duygudur. İlahi aşkın potasından süzülen, düştüğü yeri yakan, yaktıkça yakan yandıkça da yanma arzusu tutuşturan Allah’ın bizleri var olma sebebiyle halk ettiği en ulvi duygudur.
Herkesin aşkı kendisinin istidadına göre farklılık gösterir. Aşk bir kabiliyettir. Beşeri aşk, İlahî aşktan bir damladır.
Aşk yolculuğuna çıkacak beşer, bu beşeriyet ve acizlik içerisinde aşkın ilhamlarıyla tutuşmaya başlar. Esasen bu yanış daha başlangıçtır. Aşkın içinde yok olmaya başlayıp gerçek varlık âleminde var oluş ise, işte o Allah’ta yok olmaktır. Yani Hz. Mevlana’nın dediği gibi;
Men toyi toyi Men / Ben senim, sen de ben…
Allah’ta yok olmak ve O’nda var olmaktır.
Allah’ın varlığında yok olmak zaten ebedi bir varlıktır.
Her şeyin tek sahibi olan Allah, her şeye muktedir olan Allah, her yerde olan Allah’ta yok olan zaten her yerde varlık gösterir. Şu güzel nutk-ı şerif buna işaret eder.
Duydum ki bizi yakacakmışsın. Senin olduğun yerde azap yok.
Öyle bir yer var mı ki sen de orda olmayacaksın!
Aşkı anlatmak, aşkı tarif etmek için ciltler dolusu kitaplar, şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş, resimler yapılmış ama aşk, tam anlamını Peygamber Efendimiz (s.a.s) ile bulmuş.
Efendimiz (a.s) yok iken zaten aşktan söz edilemez. Aşk, Peygamberimizle aşka gelmiş. Aslında beşeri aşkların hepsi bu ulvî aşkın arayışındandır. O ulvî aşk tüm aşkları kendi potasında eritir, yok eder. Aşkın halleri çoktur. Şekli şemali de yoktur. Aşkın tarifi de pek çoktur.
Aşkı en güzel ifade eden, en güzel anlatan, aşk hallerinden bahseden, aşk bahsinin yakarışlarını, yalvarışlarını anlatan ve aşkı en güzel şekilde tasvir eden tasavvuf musikîsidir. Aşk motifleri musikîyle doruğa ulaşır.
Musikî bir büyük zatın ifadesiyle; ‘Derunumuzdaki ihtizazatın ve kalbi temayulatın ahenkar nağmelerle beyanıdır.’
Musikî aşkın halleriyle hâllenmektir. Musikî aşığın aşkını, fasığın fıskını arttırır. Musikî zaten Allah’ın aşkını anlatmak O’na duyulan özlemi, O’na duyulan sevgiyi ifade etmek için kullanılmıyorsa (mâsivadır, boş bir hevestir.) haramdır.
“Biz, aşk ehliyiz bilenle söyleşiriz.” der büyükler. Aşk bahsinin geçtiği an canlar verilir. Yunus Emre (k.s) buyurmuyor mu;
Satarım canımı, alan bulunmaz.
Bir can ne ki, canlar feda olsun…
Musikî eskimeyen dostların ifadesiyle insanın olması gereken seviyeden uzak kaldığında şikâyet eder. Nedir bu olması gereken seviye? Hz Mevlana’nın ifadesiyle ‘İnsan-ı Kâmil’. Yani kemale ermiş insan. İşte musikî bir nevi güzellikler sultanına giden yoldur. Aşkın hallerini anlatmada daha kuvvetli bir yol yoktur.
Bezm-i ezelde Hz. Allah bize öyle güzel bir şekilde, “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” sedasıyla seslenmiş ki işte kâinatın sırrı bu güzel sedada gizli. Bütün güzellikler ve bu güzelliklerin tecellisinin kaynağı işte bu sedadır ve herkes bu sedanın güzelliğinin tecellisinin tecellisi peşindedir.
Tekrar mülaki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ihvana selam olsun erenler.
Musikî de bu sedayı bize hatırlatır. Belki de ondandır ki musikî insan ruhunda, gönlünde çok etkilidir. Hani bir şarkı var ya bilirsiniz, ‘Bana her şey seni hatırlatıyor.’ Tıpkı bu şarkıda olduğu gibi baktığımız, gördüğümüz her şey O ve her şey O’ndan bir parça…
Severim her güzeli, Senden eserdir diyerek
Musikî nağmeleri bazen bir beşeri aşkı anlatır bazen de İlahî aşkı. Aslında beşeri aşk zannettiğimiz güfteler de İlahî aşkı anlatır, haberimiz olmaz. Aşkı neye yorarsan yor, son nokta her zaman O’dur. O kim? Cenâb-ı Allah (ve sevgilisi Muhammed Rasûlullah s.a.s)…
İşte Allah ve Rasûlü’nün aşkıyla yanan âşıklar, musikîyi kendilerine araç olarak seçmişlerdir.
Hz. Mevlana “Mesnevi”nin her beytinde aşkın hallerinden hararetle bahseder. Hz. Mevlana’nın Kitab-ı Mesnevi’sindeki o aşk damlaları musikî nağmeleri olarak terennüm edilir. Mevlevî ayinleri aşk libasının zirvesidir. Orada terennüm edilen nağmeler, güfteler eşi benzeri olmayan bir aşkın yangınlarından bahseder. Bu nağmeler ve güfteler ezelidir.
Yine Hz. Pir Mevlana (k.s): “İştiyak derdini anlatabilmem için ayrılık acılarıyla şerha şerha olmuş bir kalp isterim.” buyuruyor. Yani dinleyicide bu dert bu iştiyak yoksa onun dinlediği musikî maddi bir zevkten öteye gitmez.
Musikî, Cenab-ı Allah’ı mı zikretmektedir? Dinlemesini bilene göre evet. Şair öyle buyuruyor:
Sofi hele gel meclise dinle bu sazı
Gör nic’olur tellerin Allah’a niyazı.
Her şeyin Cenâb-ı Hakk’ı zikrettiğini bilen olgun bir kalbin bütün yaratılanlara yaklaşımı da bu idrakledir. Dolayısıyla güzel sesler onlara duymak istediklerini duyurur.
Selahaddîn Zerkubi’nin kuyumcu atölyesindeki çekiç sesleri Hz. Mevlana’ya duymak istediği ses oluvermiştir. O darbelerdeki ritim ve ahenk, ona rebabın mızrap, kudümün de zahme darbeleri gibi gelmiş ve onunla semâ etmiştir. Zîrâ Allah âşıkları musikîyi yukarıda bahsedildiği gibi “Bezm-i elest”deki Cenâb-ı Hakk’ın hitabının güzelliğini, ahengini aramak olarak görmüşler, bu anlayıştaki sanatkârlar da ölümsüz eserler meydana getirmişlerdir. Tıpkı;
Alalı sırrı ezelden tutuşur bağrı yanar
Ayrılıklarda yananlar acaba neyle kanar?
Erini derken o canana hep eczası kanar
Bak neler söyletiyor Hazret-i Mevlana’ya!
diyen Yaman Dede gibi…
Netice olarak musikî insanı Allah’a yaklaştırır. Yaklaştırdıkça da aşk damlaları gönle yağmur çiselercesine düşmeye başlar. Gönle düşen bu damlalar artık insanı tenden, candan geçirir ve…
‘Ene’l-Hakk’ın sırrıyla
Ne benlik kalır,
Ne ten kalır,
Ne can kalır,
Ne akıl kalır.
HER ŞEY O OLUR.
Vesselam,
Hû…
Serkan KAMACI