Allâhü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de:
“Ey iman edenler! Nasuh bir tevbe ile Allah’a tevbe (rücu) edin ki, o da kötülüklerinizi affetsin ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koysun” buyurarak, tevbenin nasıl olması gerektiğine işaret etmiş ve neticesini bildirmiştir. Buradaki nasuh kelimesi, hâlis Allah için, kendisine başka şey bulaşıp kirlenmemiş olan anlamındadır ve nasâhadan (iyice, sağlamca dikmek) gelir ki, elbiseyi iyice diken, ipliktir. Başka bir ifadeyle tevbe, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktır. Tevbe-i nasuh tamamıyla mücerret tevbedir. Kul onunla mâsiyete meyletmeksizin, taatte müstakim olur. Onda tilki hilesi, tilki kurnazlığı olmaz. Nefs, tevbe-i nasûh sahibine herhangi bir mâsiyet ya da günahı telkin edemez. Kul, günahı nasıl ki, hevâ için sâfiyetle işlemişse, onun terkini de Allah için aynı saflık ve samimiyette yapar, ta ki, hüsn-i hatime ile noktalanıncaya kadar.
Tevbenin kademeleri tasavvufta üç kısımda belirtilir: Tevbe (dönmek), inâbe (yönelmek), evbe (gitmek). Ebû Alî ed-Dekkak’a (v.405/1014) göre tevbenin başlangıcı, tevbe (dönmek, rücu etmek), ortası, inâbe ve sonu, evbedir. Cezadan korkarak tevbe eden kişi, sâhib-i tevbedir. Bir kişi sevap umup, cezadan da korkarak tevbe ederse, o da sâhib-i inâbedir. Fakat sevap ve cezayı bir yana bırakarak, sâdece emri yerine getirmiş olmak için tevbe eden kişi ise, sâhib-i evbedir. Denilmiştir ki, tevbe mü’minlerin sıfatıdır. Zira Allâhü Teâlâ:
“Ey müminler! Allah’a topluca tevbe (rücu) ediniz ki, felaha eresiniz” buyurmuştur. İnâbe, evliyanın sıfatıdır. Zira, Allâhü Teâlâ:
“…Ve Allah’a münîb, (inâbe sâhibi, yönelmiş) bir kalp ile geldi (gelen)…” buyurmuştur. Evbe ise resul ve nebilerin sıfatıdır ki, Allâhü Teâlâ, Süleyman (a.s.) ve Eyyûb (a.s.) hakkında ayrı ayrı “O, ne güzel kuldur, o evvâbdır, (daima gönlü Allah’a dönüktür, onamüştaktır)” buyurmuştur. Bu üç kavramı şu şekilde de açıklamak mümkündür: Tâib günahtan dönmüş, münîb günahlardan arınmış, evvâb ise günahla alâkasını kesmiş kişi demektir.
Esasen günahlardan tevbe farz-ı ayndır. Şu da var ki, Allâhü Teâlâ tevbekârları ayrı bir kategoride zikreder: “Muhakkak ki, Allâhü Teâlâ tevbe edenleri de, temizlenenleri desever” buyurarak, kendisinden uzaklaştırıcı günahlardan tevbe edenleri ve temizlenenleri, bu hareketleri sebebiyle sevdiğini beyan etmiştir.”
Tevbenin kabul edildiği şu dört şey ile anlaşılır:
1. Fâsık arkadaşlarla alâkayı kesmek ve sâlihlere karışmak,
2. Bütün günahlardan kesilip, tamamıyla tâate yönelmek,
3. Dünya sevincinin kalpten gidip, oraya âhiret hüznünün yerleşmesi,
4. Kişinin, Allah’ın kendisi için tazammun ettiği rızka güvenip, öylesi bir endişe taşımaması ve Allah’ın emirleri ile iştigal etmesi.
Ancak, her şeyde olduğu gibi tevbenin de sahibine göre dereceleri vardır. Biraz önce herkesin, hayatında, tevbe etmeyi gerektirecek bir şeyler bulabileceğini söylemiştik. Bunu bir derecelendirmeye tâbi tutacak olursak “avâmın tevbesinin günahtan, havâssın tevbesinin gafletten ve havâssu’l-havâssın tevbesinin ise kalbin mâsivâya meyletmesinden” olduğunu söyleyebiliriz. Şu da var ki, herkes kendi makam ve mevkiine göre tevbe eder. “Tevbe vardır ki, zellelerdendir, tevbe vardır ki, gafletlerdendir, tevbe vardır ki, hasenâtı görmektendir ve yine tevbe vardır ki, kalbin Hâlık’tan başkasından memnun olmasından, Hâlık’tan başkasıyla rahat etmesindendir.” Yine tevbe vardır ki, tevbeden tevbedir.
Tevbe her mü’mine farz-ı ayndır. Hiçbir beşerin tevbeden müstağni olması mümkün değildir. İnsan için günahlar birer hastalıktır. Onların ilâcı ise tevbedir. Aynı zamanda tevbe ile kul, gazap dairesinden çıkarak, Allah’ın rahmet ve muhabbet bahçelerine dâhil olur.
Kaynak: Abdulkadir Geylanî Hayatı, Eserleri, Görüşleri, Prof. Dr. Dilaver Gürer