Şems-i Tebrîzî hazretleri günlerini orada geçirirken, bir gün kapıda oturmuş Allahü Teâlâ'nın mahlûkâtı hakkında tefekkür ediyordu.
O sırada Mevlânâ hazretleri talebeleriyle oradan geçerken, kapı önünde tefekkür hâlindeki, Şems hazretlerine baktı, ona selâm verdi. Ve yoluna devâm etti. Kendi kendine de; "Bu, yabancı bir kimseye benziyor. Buralarda böyle birisini hiç görmedim. Ne kadar da nûrlu bir yüzü var." diye düşünürken âniden atının yularını bir elin tuttuğunu gördü. Atı durduran Mevlânâ hazretleri, elin sâhibinin o yabancı olduğunu görünce;
- Buyurunuz! Bir arzunuz mu var? dedi. O da;
- İsminizi öğrenmek istiyorum, deyince, Mevlanâ;
- Celâleddîn Muhammed, diye cevap verdi. Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî;
- Bir suâlim var. Acabâ Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bayezid-i Bistâmî mi büyüktür? diye sordu. Böyle bir soruyu ilk defâ duyan Mevlânâ hazretleri;
- Elbette ki Muhammed aleyhisselâm büyüktür. Bütün mahlûkât ve Bâyezîd O'nun hürmetine yaratıldı, dedi. Bu cevâbı bekleyen Şems-i Tebrîzî;
- Peki, Muhammed aleyhisselâm; "Biz seni lâyıkıyla bilemedik yâ Rabbî!" dediği hâlde, Bayezid-i Bistâmî, niçin "Sübhânî, benim şânım ne yücedir" diye söyledi. Bunun hikmetini söyler misiniz?diyerek tekrar sordu. Mevlânâ hazretleri, buna da şöyle cevap verdi:
- Peygamber Efendimizin mübârek kalbi öyle bir deryâ idi ki, ona ne kadar mârifet, aşk-ı ilâhî tecellî etse, ne kadar muhabbet, Allahü Teâlâ'nın sevgisi dolsa onu içine alır, kuşatırdı. Hattâ daha çoğunu isteyip; "Yâ Rabbî! Verdiğin bu nîmetleri daha da arttır." buyurdu. Fakat, Bayezid-i Bistâmî'nin kalbi o kadar geniş olmadığı için, ilâhî feyzlere tahammül edemeyerek ufak bir tecelli ile dolup taşardı. Az bir feyzle taşınca da böyle şeyler söylerdi.
Bu îzâhata hayran kalan Şems-i Tebrîzî, "Allah" diyerek yere yığıldı. Bayılmıştı.
Mevlânâ hazretleri, hemen atından inerek Şems-i Tebrîzî'yi kucakladı, ayağa kaldırdı. Bu nûr yüzlü zâta çok ısınmıştı, kalbinde o kadar muhabbet hâsıl olmuştu ki, ayılınca büyük bir hürmet ve edeb ile evine götürdü. Bu zâtın, geleceğini ilk hocası Seyyid Burhâneddîn hazretlerinin söylediği Şems-i Tebrîzî olduğunu öğrenince;
- Ey muhterem efendim! Gerçi evimiz size lâyık değil ise de, zât-ı âlinize sâdık bir köle olmaya çalışacağım. Kölenin nesi varsa efendisinindir. Bundan böyle bu ev sizin, çocuklarım da evlâtlarınızdır, diyerek hizmetine koşmaya başladı.
Gece-gündüz hiç yanından ayrılmayıp, onun sohbetlerini büyük bir zevk içinde dinlemeye başladı. Ondan hiç ayrılmıyor, talebelerine ders vermeye, insanlara câmide vâz ü nasîhata gitmiyordu. Yanlarına dahî, hizmetlerini görmek üzere büyük oğlu Sultan Veled girebilirdi. Her gün Şems-i Tebrîzî ile sohbet ederler, Allahü teâlânın yarattıkları üzerinde tefekküre dalarlar, namaz kılarlar, Cenâb-ı Hakk'ı zikrederek muhabbetlerini tâzelerlerdi.