Mürşid edinmeksizin zikir ve fikir etmek mümkün olmaz mı? diye sorarsan, âdâb, erkân ve usûlüne uymak şartıyla evet derim. Ancak rûhânî terakki ve manevî yükseliş kolay olmaz.
Kısır bir döngü içerisinde gözü kapalı olarak dönen ve döndükçe mesafe aldığını zanneden insan gibi uzun yol kat ettiğini sanır ama aynı çember içinde dönüp durduğundan haberi olmaz. Yetkili ve kâmil bir şeyhin izniyle başlatılan zikrin bereketi ve tesiri çoktur.
Feyiz ve bereket isteyen bir müridin, necât/kurtuluş isteyen bir tâlibin kâmil bir şeyhe bağlanması gereklidir. Şeyhi olan ve irşâd edilmesini isteyen kimse kurtulmuş, şeyhi olmayan ve mürşidsiz kalan kimse de hüsrâna uğramıştır. Her hakikat talibine kâmil ve edîb bir şeyh; nefsinin ayıplarını, nefsinin âfâtını, amellerinin fesâdını, düşmanın kalbine nüfûz etme yollarını gösteren hazık bir üstâd lâzımdır. Ona, bir baba gibi ivazsız ve garazsız nasihat edecek ve doğru yolu gösterecektir. Böyle birini bulduğu zaman, onun sohbet ve zikir meclislerine devam etmeli, onun gösterdiği âdâb ile edeplenmelidir. Ki böylece bâtınî bir hâlden diğer bir hâle seyredebilsin, yanan bir kandilden, yakılan diğer bir kandil gibi feyz alsın. Nefsânî irâdesinden tamamen sıyrılsın. Böyle birine teslimiyet Allah'a ve Rasülü'ne teslimiyettir.
“Allah'ın Rasülü'ne itâat eden Allah'a itâat etmiş olur.” âyeti gereğince silsile-i şerife Allah ve Rasûlüllah'ta son bulur. (Rûhü'l-Beyân)