Gaybden gelen latif hâller ile kalpleri ferahlandırmaya nefes (dem) adı verilir. Nefes sahibi, hâl sahibinden daha ince ve daha saftır.
Buna göre vakit sahibi (vaktini değerlendiren) mübtedidir (başlangıç halindedir). Nefes sahibi, müntehidir (son merhalededir). Hâl sahibi ikisi arasında bulunur. Onun için ‘hâller vasıta (aracı, vesâit), nefesler ise yükselmenin nihayetidir’ denilmiştir.
Vakitler (zamanı mamur hâle getirme işi) kalp sahibi olanlara, hâller ruh sahiplerine, nefesler sır sahiplerine mahsustur.
Sûfîler derler ki:
“İbadetlerin en faziletlisi Hakk Sübhânehû ve Teâlâ ile geçen nefesleri (soluk alıp vermeyi) saymaktır.”
Yine sûfiler derler ki:
“Allah kalpleri yarattı ve bunları marifet cevherlerinin menbaı kıldı. Kalplerin ötesinde sırları yarattı ve buraları tevhid mahalli kıldı. Marifete delâlet ve tevhide işaret etmeden alınıp verilen her soluk ızdırâr yaygısı üzerine serilmiş bir ölüdür (Yani bu nevi nefesler sadece fizikî ve fizyolojik bir ihtiyacı karşılar, manevî bir değeri olmaz).”
Bu sebeple bu nevi nefeslerden sahibi mesuldür.
Üstad Ebu Ali Dekkak’in (k.s) şöyle dediğini, işittim:
“Arife nefes teslim edilmez (onun nefes ve rahat hâli olmaz). Zira o müsamaha esasına göre hareket etmez. Muhib (âşık) için nefes şarttır. Çünkü onun nefes hâli olmazsa (müşâhedeye) takati kâfi gelmeyeceğinden helak olur.”