Zikir, kalpte Allah Teâlâ’ya yakın olma yolları bakımından fikir ile karışabilir. Zikir, unutulanı açığa çıkarmak ve şükrü hatırlatmaktır. Fikir ise, herhangi bir şeyi beyinde tasavvur etmek ve bilgiyi ortaya koymaktır.
Ümit sevgi ile heva da niyet ile karışabilir. Ümit (recâ’), herhangi bir sebepten dolayı bir şeye tamah etmektir. Sevgi (muhabbet) ise, zevk almak için tamah ettiğiniz şeydir. Bu duyguya herhangi bir sebebe bağlı kalmaksızın sahip olabilirsiniz.
Yaratılmışlara duyulan tamah sebebiyle zaafa kapılması veya katılaşması yüzünden kalbin içine düştüğü zillet hali, Yüce Yaratan’ın müşahedesi sebebiyle nefsin içine düştüğü zelillikle karıştırılabilir. Himmet ve nefsin bayalığı sebebiyle tamahın düştüğü zillet, Hakk’ı tanıması ve ilmin boyun eğmesi sebebiyle aklın içine düştüğü zelillik haliyle birbirine karışabilir. Hevânın baskısı ve aklı ezmesi neticesinde nefsin kapıldığı zillet hali de, tahkik sahibi âlime süratle bağlanan kalbin zelillik haliyle karıştırılabilir.
Kendini kalıptan kalıba sokan Hakk Teâlâ’yı sürekli gözeten kalbin izzet hali, ilmini sürekli büyük gören aklın izzet haliyle karıştırılabilir. Zorba niteliğiyle nefsin sahiplendiği izzet hali de, gaybî yakin ile yüceltilen imanın izzetiyle karıştırılabilir.
Yukarıda sıraladığımız karışma ve karıştırma hallerinin hepsi de arifler tarafından iyi bilinen hususlardır. Bunlar, gafilleri de ürküten derin meselelerdir. Bunlar iyice bilinmeden yapılan ibadetler, -Allah korusun- alışkanlıklara dönüşebilir. Bir şeyi öğrenme, bir amelde bulunma, sadaka verme, ayın veya yılın zekatını verme yönünde niyeti bulunan bir kul, halis niyetinin kaybolması neticesinde bütün bunları bir alışkanlık veya adet gereği yapıyor olabilir.
O, böyle yapmakla, halkın kendisinden beklediği davranışı göstermiş olmakla kalır. Zira aksini yapması halinde, halkın tepkisini çekmekten korkar. O, bütün bunları gönülsüz de olsa yaparak halinin istikrarlı olarak devamını sağlamaya çalışır. Onun için niyet gitmiş, yerine adet ve alışkanlık kalmıştır. Böylelikle yaptığı amel veya verdiği parayla ahireti ummaktan ve onun için çaba göstermekten uzaklaşmış, dünyevi isteklerinin ve konumunun devamını sağlamaya çalışmış olur.
Bütün bunlar, kendisi için kulluk ve ibadet dairesinden çıkıp adet ve alışkanlık halini almış olur. Böyle biri, liderlik talebi türünden dünyevi bakışlarla ahiret için de arzulu olabilir. İlim ve amel noktasında ahiret yollarına rağbet gösterebilir. Selefin amellerinden yapılmak istenenler, nefsin terbiyesi ve kula dünyada zühdü Öğretme mahiyetinde olup ahirete götüren yolları teşkil ederler. Bunların karşıtı olanlar da, dünyanın yollarıdır, çünkü onlara tamamen zıttırlar.
Konuyla ilgili olarak Selef-i Salih hakkında şöyle bir söz nakledilmiştir: Onlar öğrendiklerinde amel ederler, amel ettiklerinde tamamen meşgul olurlar, tamamen meşgul olduklarında da halktan kaçarlardı. Başka bir söz de şöyledir: Öğrendi, sonra (insanları) terk etti.
Amellerin açığa vurulması, gizlenen birtakım hallerin, nefsi terbiye, takip edilme veya Kudret-i İlahî’yi gösterme gayesi ile açıklanmasıyla karıştırılabilir. Bu hallerin açıklanması, işitenlerin imanlarını ve ilimlerini arttırabilir. Ama amellerin açıklanması, insanlara güzel görünme, övünme, ameller sebebiyle övülme ve halk nezdinde sürekli anılma gibi niyetlere dayanabilir.
Ebu Süleyman ed-Daranî’ye, kendisi hakkında konuşan kimsenin durumu sorularak şöyle denilmişti: Böyle biri imam olsa, namazda ona uyulur mu? O da, ‘Evet, uyulur.’ Bir defasında da şöyle demişti: ‘O veya başka biri, bunu nefsi terbiye maksadıyla sınırlı derecede yapıyorsa sakıncası olmaz. Bu da, nefsin devreye girmesi veya yakîni müşahede edenin kayyümiyetinde fena bulmasıyla karıştırılabilir.’
Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb (Kalplerin Azığı), İz Yayıncılık: 4/32-34.