Muridan
Ömer Anılınca...

Ömer Anılınca...

Hz. Ömer, Hz. Peygamberin ashabı arasında “adalet” denilince ilk akla gelen isimdir. Yine o; Allah’ın emirlerini yerine getirmedeki gayreti, ciddiyeti ve kararlılığı ile bilinir. Ömer’in bulunduğu yerde; batılın, haksızlığın, adaletsizliğin ve zulmün vuku bulması mümkün olmadığı için Hz. Peygamber ona hak ile batılı ayıran anlamında “el-Faruk” lakabını vermiştir. Adalet ve hakkaniyet sahibi olması sebebiyle Hz. Peygamber onun görüşlerini önemser, onunla sık sık istişare ederdi.

Hz. Ömer kendi nefsinde, aile hayatında, yakın çevresinde ve topluma ait meselelerde adalet kavramının gereğini yerine getirmeye son derece riayet ederdi. Birkaç misal vererek konuyu açıklamak istiyorum:

 

Halifeliği esnasında bir Cuma hutbesi irad etmek için ayağa kalkar. Cemaate seslenerek:

“Ey cemaat dinleyin ve itaat edin!” der. Fakat cemaatten bir sahabi Halife Ömer’e:

“Ey Ömer! Seni dinlemiyoruz.” diye çıkışır. Ömer ona yönelerek:

“Neden dinlemiyorsunuz?” diye sorduğunda o sahabi:

“Herkese, ganimetten elbiselik eşit kumaş düştüğü ve bu kumaşları eşit olarak dağıttığın halde, kendi vücudun daha geniş, benim vücudum daha zayıf olmasına rağmen, ben bu ganimet kumaşından kendime bir elbise çıkartıp diktiremedim. Sen ise iri vücutlu olduğun halde diktirmişsin. Görülüyor ki sen, kendine daha fazla kumaş almışsın. Devlet malına tecavüz ettiğin için seni dinlemiyoruz” diyerek, Halife Ömer’i protesto eder.

Hz. Ömer de kendisini savunmak için o sırada camide gördüğü oğlu Abdullah’a seslenerek:

“Ey Abdullah, gerçeği halka anlat” der. Abdullah ayağa kalkarak:

“Kendi rızasıyla hissesini babasına verdiğini, babasının da bu iki hisseyi birleştirerek kendisine bir elbise diktirdiğini açıklar.”

Bu açıklama üzerine protestocu sahabe Halife Hz. Ömer’e:

“Şimdi anlat ey Ömer! Artık seni dinleyebiliriz.”

Evet, Ömer nefsi hususunda topluma hesap verebiliyordu. Çünkü adalet sahibi idi. Fakat burada şuna da işaret etmek gerekir. Dönemin İslam toplumu, Hz. Peygamber’in yetiştirdiği bilgili, eğitimli, dinamik, haksızlıklara göz yummayan duyarlı bir yapıya sahipti. Yani aslında Ömer’i Ömer yapan, halkın kendisiydi.

Aksi özelliklere sahip toplumların, Ömer misali idareciler çıkarması beklenemez. Bu hep böyle olmuştur. Bu hususa işaret eden ayetler de mevcuttur.

 

Nefsi hususunda adaletperver bir duruşa sahipti.

Bir keresinde Halife Ömer ile sahabeden Ubey b. Kâ’b (r.a.) arasında bir anlaşmazlık meydana gelmişti. Hz. Ömer, mahkemeye gelince hâkim Zeyd b. Sâ­bit (r.a.), halifeye hürmetkâr bir tavır takındı. Ancak Halife, bunun, taraf tutmanın bir belirtisi olabileceğini ve bu tutumunun doğru olmadığını ona hatırlattı. Şikâyetçi olan Ubeyy (r.a), hâkimden, Ömer’e yemin ettirmesini söyledi. Bunun üzerine hâkim Zeyd, halife Ömer’e tekrar hürmetkâr bir tavır takınınca Hz. Ömer, onun bu tavrına hiddetlenerek şöyle dedi:

“Senin huzurunda halktan herhangi bir kişi ile Ömer eşit ol­mazsa, hiçbir zaman hâkimliğe lâyık olamazsın!”

Görüldüğü gibi Hz. Ömer’in devlet başkanı olması, adalet önünde herkesle eşit haklara sahip olduğu gerçeğini kendisine unutturamamıştır.

 

 Ömer (r.a) aile içerisinde de adalet sahibiydi.

Hz. Ömer’in hanımı Âtike binti Zeyd her gün sabah ve yatsı namazlarını mescitte cemaatle kılardı. Kendisine, kocasının bundan hoşlanmadığı ve onu kıskandığını bildiği halde niçin namaz için mescide gelmekte ısrar ettiği sorulunca şöyle karşılık verdi.

“Ömer’in benim mescide gelmeme yasak koymasına Hz. Peygamber’in “Allah’ın bayan kullarını Allah’ın mescitlerinden men etmeyiniz” hadisi engel oluyor.” demiştir. (Buhârî, Cuma, 13)

Anlaşılan Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin konuyla ilgili hadislerini esas alarak, kıskanç birisi olmasına rağmen eşine izin veriyor ve eşinin haklarına riayet eden adil bir aile reisi olduğunu gösteriyordu.

  

Adalet timsali olan Ömer (r.a) en yakınlarına da aynı doğrultuda muamele ediyordu.

İslâm tarihinde ilk divan teşkilâtını kuran Hz. Ömer (ra), Rasûlullah (sav)’a yakınlık derecelerine ve İslâm’daki önceliklerine göre Müslümanlara maaş bağladı. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in ailesinden kabul ettiği Üsâme b. Zeyd (ra)’e –ki o Peygamber Efendimizin azatlık kölesi Zeyd b. Harise’nin oğludur- kendi oğlu Abdullah’tan daha fazla maaş takdir etti. Bunun üzerine Abdullah (ra) babasına:

“Neden Üsâme’ye bana verdiğinden daha fazla verdin? Hâlbuki onun katılmadığı savaşlara ben katıldım” dediğinde halifeden şu cevabı aldı:

“Allah Rasûlü Üsâme’yi senden daha çok severdi. Üsâme’nin babasını da senin babandan daha fazla seviyordu.”

Anlaşılacağı üzere Hz. Ömer, maaşların takdirinden belirlediği kriteri en yakını olan oğlunun itirazını dikkate almadan uygulamıştır.

  

Toplumu ilgilendiren hususlarda da onun adalet vasfının tecelli ettiği görülür. Bir örnek vermek gerekirse;

Mısır valisi olan Amr b. el-Âs’ın oğlu, kendisini at yarışı müsabakasında geçen bir Mısırlının yüzüne kırbaçla vurur. Adam yola çıkar, Halife Ömer’i bulur ve durumu anlatır. Bunun üzerine Hz. Ömer, Mısır valisinin yanında ve herkesin önünde Amr’ın oğlunu şikâyetçinin eliyle cezalandırır ve şunları söyler:

“Ey Amr! Analarından hür doğdukları hâlde insanları ne zamandan beri köle kıldınız.”

 

Konuyla ilgili bir diğer örnek ise şöyledir.

Cebele b. el-Eyhem, Suriye’de büyük nüfuz sahibi kimselerdendi, Gassânî meliklerindendi. Müslümanlığı kabul ederek Mek­ke’ye geldi. Kâbe’yi tavaf ederken Fezâre Oğullarından biri, her nasılsa Cebele’nin elbisesine basmış, o da adama aniden bir tokat atmış ve mesele halife Ömer’e intikal etmişti. Bu davranışın­dan dolayı büyük bir ceza almayacağını zanneden Cebele, Hz. Ömer’in “kısas, yani attığı tokadın benzerini yemesi veya sahi­bini razı etmesi hükmüyle” karşılaşınca bir gün mühlet istemiş, Hıristiyanlık devrindeki aristokratik zihniyetin tesirinden kurtulamayarak Kostantiniye’ye kaçmış ve irtidat etmişti.

Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ömer; hukuku üstün tutmak için bir kralın tepkisini göze almış, ama karşılığında adâletsever binlerce insanın sevgisini kazanmıştır. Hâ­sılı o, “Bir kavmin reisidir” diye Cebele’nin hatırına adale­ti feda etmemiştir.

  

Hz. Ömer sosyal ilişkilerinde de adalet prensibine uygun hareket ediyordu.

Halifeliği döneminde, ilk Müslümanlardan ve köle oldukları için türlü işkencelere maruz kalan mazlum mü’minlerden Bilâl-i Habeşi, Suheyb-i Rumi ve Ammâr b. Yâsir gibi kişilerle konuşuyordu. Cahiliye döneminde Mekke’nin lideri olan Ebû Süfyan ve bazı Kureyş büyükleri de huzura kabul edilmeyi bekliyorlardı. Bu durumu hazmedemeyen Ebû Süfyan:

“Bugün kö­leler, bize tercih olundu” demişse de bazı arkadaşları:

“Ömer’den şikâyete hakkımız yoktur. Biz kendi talihimize küselim. Müslümanlık herkesi, aynı anda dâvet etti. Biz davete icabette geciktik. Bu itibarla bizden evvel İslâm’ı kabul edenler, fazilet bakımından üstün olma hakkını kazanmışlardır” de­mekten kendilerini alamamışlardır.

 

El hasıl; adaletin timsali olan, İslam tarihinde “adalet” denilince ilk akla gelen Hz. Ömer’in uygulamaları hakkında buna benzer pek çok rivayet vardır.

Hz. Aişe’nin, onu adalet kavramıyla özdeşleştiren şu sözü konuyu özetlemektedir:

“Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner…”

Top