Çağımız insanını mahveden en büyük bombanın adı “sekülerizasyon”dur. Yani dünyevîleşmek. Yani âhireti yok saymak…
Uluslar arası sermayenin güçlenebilmesi ve dünyaya hâkim olabilmesi için bu şarttı. Ve gereği yapıldı. Dünya bütün şehvet, zinet ve cazibesiyle insana sunuldu. Şişman kedilerin cebinin dolması için insanların cebinin boşaltılması gerekiyordu. Gereği yapıldı…
İnsanın dünyevîleşme tuzağına düşmesinin önündeki en büyük engel mukaddes kitaplar ve bu metinlerde yer alan uhrevîleşme esaslarıydı. Önce bu mânianın ortadan kalkması gerekiyordu. Gereği yapıldı…
Bu ilâhî mesajlar, hor görüldü. Bu mesajları destekleyen anlayışlar “çağdışı” damgasıyla depoya kaldırıldı. “Yalan dünya” ifadesi ters yüz edildi.
“Öteki dünya masalı” üretildi.
Tevrat’ta yer alan şu ifadeler “sermaye, sermaye” diye gözü dönen yahudiye bir şey söylemez oldu:
“Allah’ın olan Rabbi seveceksin ve bütün günler onun tembihini ve onun kanunlarını, hükümlerini ve emirlerini tutacaksın.” (Tesniye/11)
“Allah’ın Rabbini unutmaktan sakın! Ta ki yiyip doyduğun ve iyi evler bina edip içinde oturduğun ve sığırların ve sürülerin çoğaldığı ve her şeyin çoğaldığı zaman yüreğin yükselmesin. Ve ta ki yüreğinde benim için bu serveti yapan kendi kudretim ve kuvvetli elimdir, demeyesin!” (Tesniye/9)
İncil’de yer alan şu cümleler para, sermaye, servet ve şirketten başka bir şey bilmez, duymaz hale gelen hıristiyanlara da bir şey söylemez oldu.
“Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve ve pas yiyip bozar ve orada hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat kendinize gökte hazineler biriktirin ki orada ne güve ne de pas yiyip bozar ve hırsızlar orada ne delerler ne de çalarlar. Çünkü hazinen nerede ise yüreğin de orada olacaktır.” (Matta/6)
Dünyaya, paraya, mala-mülke, şan ve şatafata, şirket ve holdinge tapan insanlar ritüellerini günümüzde sekülarizasyonla taçlandırdılar.
Âhiret inancına yönelik bu bombardıman o kadar güçlü ve sürekli oldu ki dinî ikaz ve uyarıları inkâr etmeyenler bile bunları seküler bir zihin gibi yorumlamaya ve anlamlandırmaya başladılar. Âyet ve hadislerin içi boşaltılarak “reklam” unsuru haline getirildi. Vurgular dünyanın, sermayenin, üretimin lehine çevrildi.
Meselâ; “Çalışmak ibadettir”, “Kazanan Allah’ın sevgilisidir”, “Dünya, âhiretin tarlasıdır”, “Dünyadan nasibinin unutma!”
Cân-ı canân,
Dünyevîleştirme projesinin aktörleri, reklam ve propaganda ile kafalarımızı o derece iğfal ettiler ki, âhiretin daha kalıcı ve cazibeli olduğuna dair mukaddes kitaplardaki cennet tasvirleri bir şey ifade etmez hale geldi. Aleyhteki bütün sesler kısıldı, kısılmayanlar da duyulmaz hale geldi. Çünkü ses aletleri gibi söz aletleri de onların elindeydi. Kimse patronların, fabrikaların aleyhinde konuşmamalıydı. Çünkü onlar birkaç bin işçi çalıştırıyorlardı. İş imkânı sunuyorlardı. Önemli mi insanı ve tabiatı tahrip etmesi? Önemli mi içme suyu havzalarını kirletmesi?
Bu menhus çark böyle döndü durdu ve her gün okuduğumuz halde şu âyet bize bir şey söylemez oldu:
“Bilin ki ey insanlar! Bu dünya hayatı sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir gösteriden, birbirinizle büyüklük yarışına girişmenizden ve daha çok servet ve çocuk sahibi olma hırsınızdan ibarettir. Bu dünyanın durumu hayat getiren yağmurun hikâyesine benzer. Yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir. Ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonunda toprak haline gelir. Ama öteki dünyada insanın durumu ile yahut Allah’ın bağışlayıcılığı ve hoşnutluğu… Çünkü bu dünya hayatı kendini kandırmanın zevkini tatmaktan başka bir şey değildir.” (Hadid, 57/20)
Aziz dost,
Dünyanın ışıltı ve parıltısı gözlerimizi o derece kamaştırdı ki kendi kendimizi kandırmayı “din” haline getirdik. Dünyanın geçiciliği ile yeme-içme, giyim-kuşamda dengeli davranmayı anlatmak için kullanılan “Bir hırka bir lokma” sözü art niyetlilere malzeme oldu. Sözün esprisi yok edildi. Çünkü bu slogan, dünyaya tapmayı engelleyen, tüketim toplumu olmanın önünü kesen bir tiryak/panzehir idi.
Hayatî tehlikelerden habersiz, oyuncaklarına koşan çocuklar gibiyiz. Oyuncakları için ağlayıp-sızlayan, bağırıp çağıran sabîler gibiyiz.
Niçin? Çünkü yüzümüzü “Sevgili”ye döndüremedik.
Yâri bulamayan da ağyara kul-köle olmaya mahkûmdur.
Görenler vech-i yâri, âlem-i ağyara bakmazlar
Bulanlar sohbet-i şâhı, der u divara bakmazlar
Bursevî tespitlerine devam ediyor. Daimî olan âhiret yurdu için bu geçici dönemi iyi değerlendirmek ve “Ölmeden önce ölmek” gerektiğini söylüyor:
Var, hayat-ı bakîye sarf eyle ömr-i fânîyi
Ölmeyen ölmezden önden, olmadı manada sağ…