1. Allah’ı zikretmek her zaman lâzımdır. Bunun için maddenin getirdiği ağır bunalımlardan kurtulup kalp ve ruh huzuruna ermek ancak Cenab-ı Allah’ı çokça zikretmekle mümkün olur.
2. Nefsini tezkiye ve terbiye etmekle, Allah’ın rızasını kazanmaya talip olan mürit, günlük zikrini hiç aksatmadan yapmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde Hadis-i Şerifte işaret edildiği üzere cennet ehli cennette oldukları halde, dünyada iken Allah’ı zikretmeden geçirdikleri günlerine nedamet edecekler, pişman olacaklardır. Ayrıca günlük zikrini yapmayan mürit zikrin manevi lezzet ve bereketlerinden istifade edemez.
3. Bir mürşitten el alan bir mürit ona söz vermiş, ahdetmiştir. Dinimizde ahde vefa etmek emredilmiştir. Onun için mürit ahdini bozmayan kişidir. Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılır, yasaklarından şiddetle kaçınır. Beş vakit namazını vaktinde eda ederek orucunu tutar, hali vakti yerinde ise haccını yaparak zekatını da verir. Ayrıca kaza namaz ve ibadetlerini bir an önce ikmal etmeye uğraşır. Kalbe perde olan boş şeylerle dilini meşgul etmez. Ayağını kötü yerlere atmaz. Azalarının hiç birisi Allah’ın (cc) nehyettiği semt ve mahallere gitmez. Beşer hali elde olmadan işlenilen günahlar olursa hemen tevbe ve istiğfar ederek, Cenab-ı Allah’tan affedilmesini diler. Eğer vakit ve fırsat buluyorsa farz namazlardan sonra bazı nafileleride ifâ eder . Bunlar kuşluk namazı, akşam namazından sonra kılınan evvâbin namazı, bir de teheccüd namazlarıdır.
4. Güzel ahlâk sahibi olmaya, herkesin gıpte edip imrendiği bir müslüman olmaya gayret eder. Bu hususta mensubu olduğu silsileye, mürşide söz getirmemeye gayret gösterir. Kısacası Resulullah’ın sahip olduğu Kuran ahlakıyla ahlaklanmaya çalışır.
5. Mevcut diğer hak tarikatları ve onların mensuplarını da sever. Ama mensubu bulunduğu tarikatı daha çok severek, onun ilerlemesi, yükselmesi için canla başla çalışır. Bunu yaparken kırıcı, ezici, usandırıcı, yıkıcı olmaz. Bu hususta örneğimiz peygamberimiz, onun yüce sahabeleri ve tasavvufta büyüklüğünü ispat etmiş kişilerdir.
6. İhvanlar arasında sevgi ve saygı çok önemlidir. Aynı mürşidden el almış müridler Allah rızası için birbirlerini severler , bu hususta katıksız, hilesiz bir şekilde birbirlerini seven kimseler için enbiyanın ve şühedanın bile imreneceği, göz alıcı parlaklıkta köşklerin hazırlandığını haber veren Peygamber Efendimizin mübarek sözleri bize daima yol göstermeli ve en büyük önderimiz olmalıdır.
7. Tarikat ve tasavvufun dışında olup, bunun tadını tatmayan kimseler çoktur. Bunlar ister ilim sahiplerinden olsun, isterse olmasın, bu yolun yolcuları olan sizlere sataşıp söz attıkları zaman asla incinmemeli ve kırılmamalısınız. Onlara hayır dua etmeliyiz. Her ne olursa olsun onların dedikleri bizleri yolumuzdan alıkoymamalıdır. Çünkü kişi bilmediğinin düşmanıdır denilmiştir.
8. İnsanlığın ağır fesada düştüğü, gittikçe bozulduğu bir devirde yaşıyoruz. Bunun için en yakınlarımızdan başlamak suretiyle islâmı tatlı dil güler yüzle yolunu şaşırmışlara anlatmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapabilmemiz için en çok bilgimizi artırmalı, boş bulunduğumuz zamanlarda kitap okumalıyız. Öncelikle farzı ayın olan ilimleri öğrenmek için fıkıh ve ilmihal kitaplarını zaman zaman okumalıyız. Ayrıca tasavvuf ve tarikata ait bilgilerimizi artırmamızda zaruridir. Bunun için bu sahada yazılmış ve tavsiye edilen eserleri de okumak icap eder.
9. Çok uyanık olmalıyız. İslâm düşmanlarının bizi hangi silahla vuracaklarını, vurmak istediklerini anlamalıyız, kavramalıyız. Bunun için onların silahlarına gerek maddeten, gerekse manen aynısıyla karşı koyup hiçbir saniyenin islâmın yükselmesi için kan akıtılmadan geçmediğini ve bu dinin böyle meşekkatlerle ve şehitlerin kanları ile bir gül gibi bize teslim edildiğini düşünerek hizmet edip çalışmalıyız. Böyle samimi çalışanlara her hususta yardımcı olmalıyız.
10. “Allah katında en üstününüz ondan en çok korkanınızdır” buyuran Cenab-ı Allah’ın ayetine kulak vermeliyiz. Bunun için rengi, ırkı, cinsi, ne şekilde olursa olsun “Müslüman müslümanın kardeşidir” hadisi şerifini hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bunun için Allah düşmanlarını, Kur’an ve islâm düşmanlarını, peygamber ve müslüman düşmanlarını çok iyi tanıyıp onlara asla yardımcı olmamalı ve onlar bizim en yakınlarımız bile olsa asla sevmemeliyiz. Bunun için “Kişi sevdiği ile beraber olur” Hadisi şerifini asla unutmamalıyız. Mücadele suresinin 22. ayet-i kerimesini düşüne düşüne okumalı ve anlamalıyız.
11. Şeytan ve nefis; Kur’an-ın ve Hadisi Şeriflerin haber verdiğine göre insanın en azılı düşmanlarıdır. Bunun için Peygamberimiz (sav) “Senin düşmanlarının en düşman olanı iki göğüs kafesinin arasında bulunan nefsindir” buyurarak nefsin; “Şeytan insanın kanına hulul ederek orada dolaşır” hadisi ile de şeytanın ne azılı, bize en yakın düşman olduğunu haber vermişlerdir. Bu yakın düşmanlara karşıda mücadele etmeliyiz. Unutmamalıyız ki; bu iki düşmanın en öldürücü silahı ‘kelime- i tevhit’ dir, ‘zikrullahtır’ yani Cenab-ı Allah’ımızı zikretmektir.
12. Zaman zaman yapılan toplu zikir meclislerini de kaçırmamaya gayret etmeliyiz. Çünkü böyle zikir meclislerinde feyiz ve bereket vardır. Allah’ın (cc) rahmetinin bu meclislerin üzerinde olduğunu unutmamalıyız. Ayrıca Cenab-ı Allah’ın seyyah meleklerinin bu meclisleri ziyaret ettiğini, buraların cennet bahçelerine teşbih edildiğini düşünerek böyle yerlere koşmalıyız. Bu hususta “Onlarla düşüp kalkanlar bile cehennemlik olmaz” hadis-i şerifini unutmamalıyız.
13. Duayı da çokça yapmalıyız.Çünkü dua müminin silahıdır. Mümin mümine dua eder. Allah’ı tanımayanların hidayet bulmasını Cenab-ı Allah’dan diler. Gerek açıktan gerekse gıyabında mümin kardeşine hiçbir zaman duayı elden bırakmaz. Özellikle dualara icabet saatlerinde duayı bir ganimet bilir. İcâbet saati ne demektir? Hz. Allah’ın yapılan duaları kabul ettiği zamanlardır. Mesela Cuma günü öyle bir saat vardır ki; bu saatte içten yapılan duaları Hz. Allah kabul eder.
14. Sabrı da elden bırakmamalıyız. Her türlü gelen musibet ve belaya karşı sabır en güzel zırhımız olmalıdır. Onun için bir darb-ı mesel olarak söylenilen “Sabreden derviş muradına ermiş” sözü ne kadar yerinde söylenmiştir. Hiç unutmamalıyız ki mülkün yegane sahibi Allah’u Zülcelal dir. Veren de O’dur, vermeyende O’ dur. İstediğinde çekip alan da O’dur. Bütün bunlara sabretmek verilen nimetlere de şükretmek mecburiyetindeyiz.
15. Ailemizi ve çoluk çocuğumuzu da islah ve terbiye etmeye, islâmi yaşayışlarına son derece itina göstermeye de mecburuz. Kendimizin ve nefsimizin islâhından sonra bu da zaruridir. Bu manevi yolda, ailemiz ve çocuklarımız hakkında tenkit edilip kötü gözle bakılmamamız için buna son derece itina göstermeliyiz. Kuran-ı Kerimde “ Ey insanlar, kendinizi ve ailenizi, çoluk çocuğunuzu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyunuz.” diye buyurulmaktadır. Bunun için onlara zaman zaman nasihat etmeliyiz. Onlara islâmi terbiyeyi ve islâmi bilgileri vermeliyiz. Bu aile reisliği vazifemizi yaptıktan sonra tamamen Allah’a tevekkül etmeliyiz. Şayet onların kötü halleri varsa onlar için ihlasla Cenab-ı Allah’a dua edip yalvarmalıyız. Unutmamalıyız ki ana-babanın evladı hakkında ki duası er geç kabul olunur.
16. Tarikat yolu sadece erkeklere mahsus bir yol değil. Bilakis kadınlar da usulü dairesinde kendi aralarında eğer imkan ve fırsat bulurlarsa zikir meclisleri teşkil edebilirler. Bunun için kendisine ders verdiğimiz bir kimse arzu ederse sadece bu hususta olmak üzere vekalet yoluyla izin ve musâde aldıktan sonra hanımına da bu dersi tarif edebilir. Çünkü Kuran-ı Kerim “Allah’ı zikreden erkeklerle Allah’ı çokça zikreden kadınlar” buyurmaktadır. Bu zikir meclisleri sadece bir grubun değil bilakis her isteyenin iştirak edeceği meclisler olmaktadır. Yalnız kadınlar böyle zikir meclisleri düzenlerken islâmi ölçülere son derece dikkat etmeli, en küçük fitne kıvılcımının parlamasına musade etmemelidirler. Bunun için:
a. Bir kadın müride günlük dersini yapar.
b. Sadece kadınlar kadınlarla haftalık toplu zikir meclislerine iştirak edebilirler.
c. Bu toplu zikir meclislerinde hiçbir fitneye sebep olmazlar. Bunun için vecd, cezbe halleri gibi hallerin vuku bulduğunda seslerini yabancı erkeklerin duyabilecekleri şekilde yükseltmezler.
d. Böyle bir toplumda zikir halkasını idare eden mutlaka izin ve musade verilmiş kendi hemcinslerinden bir kadın bulunur.
e. İslâmi ölçülerin dışına çıkılmaz. Özellikle bu meclislere gidenler, ilk önce kocalarından izin isterler. Gidiş gelişlerinde vakar içinde bulunurlar. Tabiatıyla tesettüre son derece riayet ederler. Kadınların umumi hastalıklarından olan dedi kodu ve malayâni hiçbir zaman olmadığı gibi, özellikle o toplumda hiçbir surette yer almaz. Geliş ve gidiş, orada bulunuş sırf Allah rızası için olur.
17. İlk bağlandığımız kapıya hizmetçi olacağız. Bir öteye bir beriye yalpa yapan mürid, bu manevi yolda istenilen maksada ulaşamaz. Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmaktadır. İlk defa bize tasavvufi, manevi bilgileri sunan kapıya sımsıkı yapışmak hem verdiğimiz sözün gereğidir, hem de tasavvufta mürid olmanın edeplerindendir. Aksi olanlar istikrarsız olanlardır. Hiçbir yerde tutunamaz, başarılı da olamazlar. Tasavvufi ön bilgilerden, hatırlatmalardan olan bu bölümde en çok üzerinde durulması lazım gelen madde bu olacaktır. Çünkü müptedi olan salikler, ilk tadı ve hazları almaya başladıktan sonra şeytan onun kanına hulûl ederek bu yoldan saptırmaya uğraşır. Eğer başarırsa o müridin kalbini muallakta, verdiği ilk sözünü tutamayan, istikrarsız bir kalbe sahip kimse yapar ve böylece o mürid ne ondan ne ötekinden feyz alamadan, koskoca bir deniz ortasında dalgaların tesiriyle yalpa yapan bir madde gibi yalpalar durur. Hangi sahile oturacağı malum değildir. Veyahut ta sahile selamette çıkıp çıkamayacağını kimse bilemez.
İlk sözü verdiği kapıya bağlanma hususunda şunları söylememiz de mümkündür. Böyle bir mürid bir mürşidin önünde manen silsile yolu ile, ta ilk mürşide kadar varan meşayihler önünde söz vermiştir. Bu sözü bozmaması lazımdır. Böylece o silsilenin terbiyesi altına girmiştir. Onlar çık demedikçe çıkmak, başka yollar aramak hiç hoş değildir. Zaten bir mürşid kendisinden inabe alan bir müridini asla bırakmaz. Yani bir mürid bir kapıda gıdalanan ondan sonrada başka follukta yumurtlayan tavuk olmamalıdır. Manevi gıdayı aldığı kapıya hizmet etmelidir.
DEVAM EDECEK