“Ve eğer gerçekten Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, unutmayın ki Allah’ın mağfireti ve rahmeti kişinin bu dünyada yığabileceği her şeyden daha iyidir.” (Âl-i İmrân, 3/157)
	
		Allah ile şehit arasındaki bu ilişki Peygamberler ile olan birlikteliğini doğurmaktadır. Allah’a ve Peygamber’e itaat edenler dört grup insanla birlikte olabilme imkânına sahip olacaklardır:
	
		“Peygamberler, sıddîkler, şehitler, sâlihler…” (Bk. Nisâ, 4/69)
	
		Âkif, nebiler (çoğulu enbiyâ) ile şehitleri (çoğulu şühedâ) bir araya getiriyor. Türbesinin dahi çok önemli olduğunu vurguluyor:
	
		 
	
		Enbiyâ yurdu bu toprak, şühedâ burcu bu yer
	
		Bir yıkık türbesinin üstüne Mevlâ titrer
	
		 
	
		Daha sonra onu son Peygamber’in kucağına teslim ediyor. Artık mezarı orasıdır:
	
		 
	
		Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber
	
		Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber
	
		 
	
		Bununla birlikte babasının doğup büyüdüğü Balkanlarda mescit ve şehit türbelerinin perişan hali onu derinden üzmektedir:
	
		 
	
		Ne felaket! Dönüversin de mesâcid ahıra
	
		Hırvat’ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora
	
		Bari bir hâtıra kalsaydı şu toprakta diri
	
		Yer yarılmış yere geçmiş şühedâ türbeleri
	
		 
	
		Gülüm Efendim,
	
		Tarihimizde şehadetle ilgili pek çok muhteşem sahnenin olduğu bilinmektedir. Geçen asrın ilk çeyreğinde görülen zirve Çanakkale’dir. Bu zirveden kısa bir müddet sonra başlayan İstiklal Harbi ise bu ruhun adeta bütün Anadolu’yu kucaklamasıdır. 1910’lu 20’li yılların basınında şehadet ve şehitlik ana konulardan biridir. Üsküplü Yahya Kemal “26 Ağustos 1922” başlığını taşıyan rubaisinde bu hareketin ezan için yapıldığını söyleyerek dua etmektedir:
	
		 
	
		Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi!
	
		Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi!
	
		Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed yâdın
	
		Galip et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın
	
		 
	
		1924 tarihinde ise Âkif’in yazdığı dörtlük “Şehidler Âbidesi İçin” başlığını taşımakta ve bize görevimizi hatırlatmaktadır:
	
		 
	
		Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde
	
		Ey yolcu şu topraklar için can veren erler
	
		Hakk’ın bu veli kulları taş türbeye girmez
	
		Gufrâna bürünmüş yalnız Fâtiha bekler
	
		 
	
		Şehitlerle bağımız, bağlantımız var mı?
	
		Mezarlarına gittiğimizde gönül rabıtası kurabiliyor muyuz?
	
		Bu vesile ile dünya ve âhiret konusunu yeniden düşünebiliyor muyuz?
	
		Ayette belirtilen “diri olmayı” nasıl anlıyoruz?
	
		Ayette altı çizilen “mal yığmak” bize bir şey söylüyor mu?
	
		İnsanımızın kullandığı “Şehadet şerbetini içmek” deyimi üzerinde düşündük mü?
	
		Şehitler gününde ne yapıyoruz?
	
		Şehitlik sadece şehit annelerini ilgilendiren bir konu mudur?
	
		Kur’ân-ı Kerim’de sık sık kullanılan “mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler” ifadesini ne kadar içselleştirebiliyoruz?
	
		İşin hala nutuk kısmında mıyız?
	
		Şehitlere karşı bir mesuliyet duyuyor muyuz?
	
		Onlarla yüz yüze geldiğimizde, bakışlarıyla bize “emanetim ne âlemde” dediğinde söyleyebileceklerimiz var mıdır?
	
		Onlara borcumuz var mıdır?
	
		Bu borç sadece “çelenkle” ödenebilecek cinsten midir?