“Allah’ım! Receb’i ve Şa‘bân’ı bize mübarek kıl ve bizleri Ramazân’a kavuştur.”1 Üç aylar; kandil gecelerinin, iftarların, teravihlerin ve Kur’ân ayı olan Ramazan ayının yaklaştığının ilk işaretlerindendir. Müjde aylarıdır. Af ve mağfiret aylarıdır.
Üç aylar Peygamberin (s.a.s) mübarek dilinden medh u senâ edilmiştir. Cenâb-ı Allah ayet-i kerimede:
“Allah indinde ayların sayısı on ikidir. Bunların dördüne eşhuru hurum, yani haram aylar denilmiştir. Bu aylarda günah işleyerek, nefislerinize zulmetmeyiniz”2 buyurmuştur.
Bu aylar; Muharrem, Safer, Rabîu’l-Evvel, Rabîu’l-Âhir, Cemâziye’l-Evvel, Cemâziye’l-Âhir, Receb, Şa‘bân, Ramazân, Şevvâl, Zilkade ve Zilhicce aylarıdır.
Kur’ân-ı Kerim’de haram ay (eşhuru hurum) olarak adlandırılan aylar da; Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Son iki ay, yani Zilkade ve Zilhicce ayları aynı zamanda hacc aylarıdır. Bu adla adlandırılması, ta önceki peygamberlere kadar uzanır. Onlar zamanında da bu aylarda kan dökülmezdi. Kan dökmek haksız sebeplerle her zaman yasak olmasına rağmen eski dinlerden gelen emirler doğrultusunda, bu aylarda Araplar, Kabe’de ve onun etrafında kendi can düşmanlarıyla karşılaşmış olsalar bile bu yasağa riayet ederlerdi.
Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim’de haber verilen bu aylar sebebiyle bir takım kimselerin hac mevsimini değiştirmek istediklerini de hayretle izlemekteyiz. Bu dinde reformistler diyorlar ki; hacc senenin sadece Zilkade ve Zilhicce aylarındaki belirtilen vakitlerde olmamalıdır. Bilakis senenin her zamanında yapılmalıdır. Bu hem insanlığa kolaylık olur hem de oradaki kalabalık, meşakkat ve çeşitli sıkıntılar ortadan kalkar, diyorlar. Bunlar çok gülünç şeylerdir. Bir defa dini zamanların mukaddes ve mübarek oluşlarını veya ibadet için belirlenmiş zamanları kul olarak kimsenin değiştirme salahiyeti yoktur. Peygamberler bile bunu değiştiremezler. O, Cenâb-ı Allah’ın yetkisi dâhilindedir. Haccda ibadetin yeri de aynı hükme tabidir. Bir kimse Kabe’de tavaflarını ve özellikle hacc için farz olan tavafı ve yine haccın şartından olan vakfeyi Arafat’ta tayin ve tespit edilen o vakitte -ki öğleden başlayıp güneş batıncaya kadar ki bir zamandır- yapmalıdır. Vakfenin yapılacağı yerin dışında dursa veya vakfenin vaktinde bu duruş yapılmasa, kişi hac vazifesini yapmış sayılmaz. Bu hususlar teferruatıyla fıkıh kitaplarında fukahâ tarafından açıklanmıştır. Konumuz aslında üç aylar idi. Gördüğüm bir yanlışa da işaret etmek istedim. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat böyle inanırlar, böyle kabul eder ve böyle yaparlar. Ehl-i dalâlet de böyle Kur’ân dışı şeylerle müslümanların itikâd ve amellerini zedelemeye çalışırlar. Benim gayem bunlardan sakındırmaktır.
Yine malum çevreler mübarek gün ve geceleri bidat sayarlar. Bu itibarla Ehl-i Sünnet âlimleri nezdinde kabul görmüş bu üç aylar içerisinde mevcut mübarek kandil gecelerimizden de kısaca bahsetmekte fayda vardır. Bu mübarek geceler mü’minlere birer fırsat ve ganimet olarak Taraf-ı İlahî’den bahşedilmiştir. Meşguliyet, dünyanın ağır basması sebebiyle senenin dokuz ayını yeterince değerlendiremeyenler, hayır-hasenât ve ibadetçe zayıf geçirenler, Receb ayında Şaban ayında kendilerine gelsinler, ama bu iki ayı değerlendiremeyenler, Ramazan ayını hiç kaçırmasınlar, manasını taşır. Nitekim aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz de hutbe esnasında merdivenlerde tam üç defa “âmin, âmin, âmin” demiştir. Bu âminlerin denilmesine sebep, Cebrail’in (a.s) birinci, ikinci ve üçüncü basamaklarda Peygamberimizin önüne çıkarak yapmış olduğu duadır.
“Kim Ramazan ayını sıhhat afiyet içersinde hastalıktan beri olarak idrak eder, onu gerektiği şekilde değerlendirmezse, af ve mağfirete eremeden cenneti elde edemeyerek yolcu ederse Allah’ın rahmetinden uzak olsun.”3 Bu dua Cebrail’e ait. Sonundaki “âmin” de Hz. Peygambere aittir.
Buna göre Receb ayının ilk Cuma gecesi Regâib kandilidir. Miraç gecesi de bu ayda olmuş, Peygamberimiz davet üzere göklere çıkarılmıştır. Bu ay hakkında:
“Receb, Allahu Teâlâ’nın ayıdır. Bu ayda bir geceyi ihya eden ve hiç olmazsa bir gün oruç tutan kabir azabı görmez. Kıyamette herkes aç, oruçlular değildir” buyrulmuştur. Receb ayına “Şehrullah” ismi verilmiştir.
Şaban ayı Peygamberimizin ayıdır.4 Kendisine bu ay Allah tarafından ihsan edilmiştir ve bu vasıf O’nun ölümüyle son bulmaz, kıyamete kadar böyle devam edip gidecektir. Bu ayda oruçlu bulunmak, Beratta oruçlu olarak yazılmaya sebeptir.
Peygamberimiz tarafından “ümmetimin ayı” olarak vasıflandırılan Ramazan ayı birçok fazileti, bereketi içinde bulunduran bir aydır. İçinde tutulan orucun fazileti ve bereketi, “Oruç benim içindir, onun sevabı da bana aittir”5 üstünlüğü ile yerini bulmuştur. Mazeretsiz oruç tutmayanların, içerisinde Ramazan olmayan günleri tamamlamak suretiyle bir yıl oruç tutmalarının, o bir gün yerine geçemeyeceği malumdur. Bu ay Efendimizin dilinden şöyle anlatılmıştır.
“Gökyüzünün rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapatılır. Şeytanlar kalın kalın zincirlerle bağlanır.”6
Bu üç ayda şu hususların yapılması da tavsiye olunmuştur.
Bu üç ayda her gün biner tevhit okumak. Böylece Ramazan’ın nihayetinde bunu doksan bin tevhide tamamlamak.
Berat ve diğer kandil gecelerini oruçla karşılamak.
Bu aylarda ve özellikle Ramazan’da yetmiş bin tevhid okunarak sevapları ana-babaya bağışlamak. Bu davranış bir evlat için asil bir davranıştır. Eğer onların azapları varsa, azaplarından kurtulmaya sebep olur. Azapları yoksa derecelerinin yükselmesine vesile olur. Bu husus Kitâb ve Sünnet’e muhalif bir şey değildir. Çünkü hadiste;
“İnsanoğlu ölünce amel defteri dürülür, üç şey müstesna…”7 buyrulmuştur. Malum kişiler kabir azabının olmadığını iddia ederler. Peygamberin hadisleri, karşılarında dağ gibi duruyor, onlar da saptıkça sapıyorlar. Kişi, kelime-i tevhidi kendisi için de okuyabilir. Bir oturuşta okuyup bitirmek şart değildir. Böyle bir külfet yoktur. Ara ara okunup tamamlanabilinir.
Özellikle rahmet ayı olan Ramazan-ı Şerif’te peygamberler ve özellikle Peygamberimiz de unutulmamalı, hiç değilse her gün “Kur’ân’ın kalbi”8 olarak vasıflandırılmış olan Yâsîn sûresi, üç İhlâs, Muâvizeteyn ve Fâtiha sureleri okunup Peygamberimizin ruhlarına, onun âl ve ashâbının ruhlarına ithaf olunabilir. Mensubu bulunduğumuz silsilemiz de unutulmaz, onlara da bağışlama yapılır. Hodgâmlık yapılmaz. Kendi ihvanlarından ölmüş olanların ruhlarına ve sağ olanların ruhlarının makamlarına bağışlanır. Oraya varınca hazır bulmak niyet ve temennisiyle kendi ruhunun makamına da bağışlanır. Tabi bu mübarek yola girilmeye sebep ve vesile olan da asla ihmal edilmez. Bunlar af olup bağışlanmaya sebeptir.
Cenâb-ı Allah, haftanın Pazartesi ve Cuma gecelerini feyizli ve bereketli kılmıştır. Bu hususta Peygamberimiz nafile orucu tavsiye ederken Pazartesi ve Perşembe günlerinde oruçlu bulunmayı önermiştir.9Kendisi de o günlerde oruçlu bulunurlardı. Hafta içindeki amellerin bu günlerin akşamlarında Cenâb-ı Allah’a melekler tarafından arz olundukları hatırlatılır. Ameller ilahî divana yükseltilirken mü’minin oruçlu bulunması ne güzeldir!
Ayrıca her haftanın Cuma gününün çok faziletli olduğu malumdur.
Üç ayların faziletli oluşu kullara Cenâb-ı Allah’ın bir ikramıdır. Bu ayların faziletli oldukları ayetlerde ve hadislerde sabittir. Bununla beraber her ay içinde bulunan bir gecenin mübarek ve faziletli oluşu nasıl inkâr olunur ve bidat sayılabilir! Bu mümkün mü? Onları bidat saymak, ayları da bidat saymak olmaz mı? Bu durum bunların faziletli oluşunu bildiren ayet ve hadisleri de inkâr etmek olacağından, ne kadar büyük tehlikedir. Bunlar hakkındaki hüküm de bellidir. Nâsları inkâr, kişiyi münkir yapar, maazallah.
Şöyle bir şekilde ortaya koymamız, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Receb ayı içerisinde, biri ilk Cumasında ve biri de bu ayın yirmi yedinci gecesinde olmak üzere iki kandil gecesi, iki mübarek gece vardır.
Şaban ayının on beşinci gecesine rastlayan geceye de “Berat Gecesi” denir.
Nihayet Ramazan ayında bin aydan daha hayırlı “Kadir Gecesi” vardır.
Bu gecelerde yapılacak ibadetlerden bazı kitaplarda bahsedilmektedir.
Bu anlayış içersinde üç ayların Müslüman âlemine hayırlar getirmesini diler, gelecek olan kandillerinizi de tebrik ederiz.
1. İbn Hanbel, Müsned, 1/259.
2. Tevbe, 36.
3. Müslim, Birr/10.
4. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1/423.
5. Buharî, Savm/9; Müslim, Sıyâm/163.
6. Buhârî, Savm, 5/III, 33.
7. Muhtâru’l-Ehâdis, Hadis no/126.
8. İbn Hanbel, V, 26; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 52.
9. Tirmizî, Savm/44; Müslim, Birr ve’s–Sıla/36; Nesâî, Sıyâm/70.