Fahreddin Paşa, Hicaz Kuvve-i Seferiyyesi Kumandanı olarak, 28 Mayıs 1916 da Medine’ye gönderilen kahraman , inançlı, şerefli ve dirayetli bir Osmanlı paşası idi. Görevi, Müslümanların en kutsal yerleri olan Mekke ve Medine’yi savunmaktı.
Vahhabilik, mezar, türbe ve kutsallık kabul etmez. Bu nedenle, vahhabilere göre Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) mezarı ve Mekke dahil Müslümanlar için ne kadar kutsal ve mübarek yer varsa yok edilmelidir. Bu amaçla İngilizlerin himayesindeki Mekke Şerifi Hüseyin paşa, İngilizlerden aldığı altınlarla başlangıçta 50 bin kişilik bir kuvvet toplar ve Hazreti Muhammed’in (s.a.s) kabrinin bulunduğu Medine kalesini kuşatır.
Medine Kalesi’ni müdafaa eden Fahreddin Paşa’nın ise, tüm hicaz bölgesinde 15 bin askeri bulunmaktadır. İsyancıların Medine Kalesi’ni kuşatmaları iki yıl yedi ay sürer. Çok zor şartlar altında çarpışmalar yapılır. Çölün kızgın güneşi altında sabahtan akşama kadar süren çarpışmalarda Türk subay ve erlerinin susuzluktan dudakları parçalanır, çatlayan burunlarından kan akar.
Bütün bunlara rağmen, imansızlara bu kutsal torakları teslim etmek istemeyen Türk askerleri kıtalarından ayrılmayarak, şehit oluncaya kadar savaşırlar.
Kuzeyde Mısır-Filistin cephesindeki kanal harekatı savaşlarının bütün şiddeti ile devam etmesi nedeni ile yeni yardım kuvvetleri alamayan Fahreddin Paşa aynı zamanda açlıkla da mücadele etmektedir.
İlaç ve gıda sıkıntısı o kadar kötü bir hale gelmiştir ki, verem, sıtma, humma, dizanteri ve diğer hastalıklar yayılmaya başlamış, ilaç olmadığından dolayı askerlere bu hastalıklara karşı soğan, sarmısak yenilmesi ve sirke içilmesi emredilmiştir.
Yiyecek kalmadığından, bundan böyle çekirge yenmesi için Fahreddin Paşa, 7 Haziran 1918’de çekirge yenmesi ile ilgili tebliğ yayınlamak mecburiyetinde kalmış, sadece bu nedenle günde dört-beş askerimiz, Cennetü’l-Baki mezarlığında toprağa verilmiştir.
Etrafı kuşatılan ve hiçbir yerden yardım alamayan Fahreddin Paşa, 1918 Nisan’ının ikinci Cuma günü, Harem-i Şerif’’te yaptığı hutbe konuşmasında, Türk Sancağını göğsüne sarmış, sağ kolunu Peygamber(S.A.S) efendimizin mezarına doğru uzatarak, yüksek bir sesle, ‘Ya Resulullah , ben seni bırakmam!’ diye haykırmıştır.
Osmanlı Devleti, bir oldu-bittiyle I. Dünya Savaşı'na dahil olmuş ve sonunda mağlup ilan edilmişti. Mondros Mütarekesi (1918) şartlarına göre, Osmanlı Ordusu teslim olmak zorundaydı. Filistin-Hicaz cepheleri teslim olmasına rağmen, Hicaz Kuvvetleri komutanı Fahreddin Paşa direnmekteydi. İstanbul'u dinlemiyor, “Ben Efendimiz'in (s.a.s) mübarek merkadini teslim edemem! diyerek bütün telkinleri reddediyordu.
Osmanlı hükümetinin Hicaz'ı kısmen boşaltma kararı alması üzerine, Fahreddin Paşa yağma ihtimaline karsı Medine'de Hz. Peygamber s.a.v.'in mübarek merkadinde bulunan mukaddes emanetlerin İstanbul'a nakledilmesini teklif etti. Sorumluluk kendisinde olmak şartıyla, teklifi hükümet tarafından kabul edildi. Fahreddin Paşa bir komisyon kurarak tek tek kontrol ettirdiği otuz parçadan oluşan mukaddes emanetleri 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi.
Fahreddin Paşa “Takdir-i ilahi, rıza-yı Peygamberi ve irade-i padişahi şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdafaası devam edecektir”! diyordu. İngilizlerle bedevilere teslim olmaktansa, müdafaa ettiği yerleri havaya uçurarak canını feda edeceğine dair yemin ediyordu.
Fahreddin Paşa ve askerleri bir taraftan düşmanla, diğer taraftan açlık ve hastalıkla mücadele ederken, Kanal Harekatı felaketle bitmiş, Filistin elden çıkmış ve en yakın Osmanlı kuvvetleri Medine'den
Medinedekiler ise, her tarafla irtibatları kesilmiş olduğundan mütarekeden haberdar değillerdi. Olup bitenleri telsiz vasıtasıyla takip eden Paşa, Kızıldeniz'de demirleyen bir ingiliz torpidosu mütareke şartlarını kendisine bildirdiği halde buna cevap vermedi. Ayrıca hükümetin Mondros Mütarekesi'ni tebliğ etmek üzere gönderdiği yüzbaşıyı hapsederek, İstanbul'u da cevapsız bıraktı.
Medine'den ayrilmadan önce, son ere kadar hepsinin, bu arada çesitli yaralar alarak vücutları adeta delik deşik olmuş, kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış gazi Mehmetçiklerin, birbirlerine sokulup yardım ederek, halsiz-mecalsiz, son defa Harem-i Şerifi ziyaretle Ravza-i Mutahhara'ya yüzlerini-gözlerini sürerek dualar ede ede yaptiklarI veda ziyareti görülecek şeydi.
Fahreddin Paşa, Ravza-i Mutahhara’ya çadırını kurdu ve asla teslim olmamak niyetiyle görüşmeleri buradan idare etti. Fakat çevresindeki birkaç emir subayı, Paşa ile toplantı yapmak bahanesiyle yanına yaklaşmış, silahlarını alıp gözüne kül atarak Paşayı etkisiz hale getirmiş ve teslime mecbur hale bırakmıştır.Paşa bu halde iken ağlayarak:
“Bari kılıcımı Efendimiz’in (s.a.s) kabrinin ayak ucuna bırakayım”diyerek kılıcını Türbe-i Saadet’in ayak ucuna bırakmış ve: ”Ya Rasulallah, ben gitmiyorum, onlar götürüyorlar” diyerek gözyaşları dökmüştür.
İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderildi. 8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadeleye katılmak üzere Ankara'ya geldi. 9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edildi.
1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılan Fahreddin Paşa, 1948'de İstanbul'da vefat etti.
Biz Müslümanlar için son derece önemli olan bu bölgelerin yok edilmemesi için, hayatını ortaya koyan Fahreddin Paşa’nın Rumeli Hisarı Aşiyan Mezarlığı’ndaki kabrini ziyaret etmek ruhuna bir Fatiha okumak acaba gerekmez mi?
NUR İÇİNDE YAT Medine Kahramanı Fahreddİn Paşa (rh.a)…