Bunlar mezar ziyaretlerini şirk sayarlar. Bu münasebetle, Mekke ve Medine’de başta Hz. Hatice annemizin kabri olmak üzere, sahabe mezarlarını yerle bir etmişlerdir. Mekke’de Cennet-ul Muâllâ mezarlığını dümdüz etiler. Müslümanlara bir anı bir hâtıra, o mutlu devirden bir iz bırakmamak için, Medine’deki Bâki mezarlığını ve oradaki türbeleri yıktılar. Uhud’da Hz. Hamza camiini ve türbesini tamamen yıkıp düzlediler. Bedir de bulunan camiiyi yıktılar. Oralardaki mezarları dümdüz arsaya dönüştürdüler. Maksatları nedir anlaşılmıyor denemez. Aslında maksatları gayet açıktır. Bedir’de küfrün yenilgisini tamamen silmek istiyorlar. Bunlar kime hizmet ediyor bellidir. Müslümanların infiallerinden korkmasalar, Ravza-i Mutahharayı bile yıkarlar. Nitekim yıkmakta istediler.
Kabir ziyaretinin şirkle ne ilgisi var? Aslında kabir ziyaretlerini Peygamberimiz (S.A.S.), İslâmiyetin ilk devirlerinde, yanlış anlaşılır, henüz Müslümanlar İslâm hakkında bilgi sahibi değiller, olur ki bir terslik yaşanır düşüncesiyle nehyettiği bilinmektedir. Fakat bu tehlike ortadan kalkınca o olayda ortadan kaldırılmıştır. Bunda garip bir durum söz konusu değildir. Buna dinde nasih-mensuh denilir. Ayetlerde nesih olayı olmuştur, hadislerde de bu vardır. Bu nesh olayı bir önceki hükmün bir sonraki hükümle ortadan kaldırılmasıdır. Ehl-i Sünnet ulemâsı neshi kabul ederler. Zenadika (sapkınlar) da kabul etmez, ne diyelim. Allâh onları da islah eylesin hidâyet buyursun ne diyelim. Durum böyle olunca İslâmın dışında bir hususu savunmak çok yanlıştır. Peygamberimiz çocukluğunda annesi ile babası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmişti. Yine ölümünden sonra annesi Amine’nin mezarını ziyaret etmişti. O zaman kendisine Peygamberlik verilmiş bulunuyordu. Bu husustaki hadis ortadadır. Ben annemin kabrini ziyaret etmek istedim, bana müsaade edilmiştir, şeklindeki rivayet sahih hadis kitaplarında mevcuttur. Yine O, zaman zaman Bâki mezarlığını ziyaret ederdi. Ölümüne yakın bir gece yatağından kalkarak ziyaret ettiği ve hatta Hz. Aişe annemizin telaşlandığı bizlere kadar ulaşmış sahih haberdendir. Hâl böyle olunca kime ne oluyor? Bilindiği gibi sünnet Peygamberimiz (S.A.S.) in iş, yâni fiil, kavl (söz) ve takrirlerinden ibaret olan altmış üç yıllık ömrüdür. Müslüman bir kimseye ölüm anında yapılacak vazifeler vardır. Techiz ve tekfini yapılır, yani yıkanır ve kefenlenir, varsa borçları ödenir, sonrada namazı kılınarak defnedilir. Zaman zaman da bize âhireti hatırlattığından dolayı kabirler ziyâret olunur. Hiç değilse fâtiha okunur, sevabı bağışlanır. Bunun şirkle alakası yoktur. Resulullâh (a.s.) evvelemirde kabir ziyaretini yasaklayan nehyi gerekçesiyle şöyle ortadan kaldırmıştır. Bir zaman önce ben sizleri mezarları ziyaret etmekten nehyetmiştim. Şu anda yasak ortadan kalkmıştır, ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabirleri ziyaret etmeniz sizlere âhiret hayatını hatırlatır.
Nehyin ortadan kaldırılmasına gerekçeli karar budur. Dünya meşgalelerine dalıp da ara ara kabirleri ziyâret etmekle insan kedisine gelmiş olur. İşlerinde başarısız, üzüntülü ve sıkıntılı ise, bu fâni hayata bu kadar üzülmeye değmez. İşte en yakınlarım, sultanlar, iyiler, şerliler, gençler, ihtiyarlar toprak altında, bende yakında böyle olacağım, o halde orada zor durumda kalmayım diye ölülerden çok güzel nasihatler alır. En etkili bir vâizi dinleyerek ziyâretini tamamlar. Ne güzel! Zaten canımızdan çok sevdiğimiz Peygamberimizde öyle buyurmuyor mu: “Uzkûrû zikre hazimil-lezzât” Lezzetleri ortadan silip süpüren ölümü çok çok hatırlayınız. Kabir ziyâretlerinin dinen meşrû olduğuna çok örnekler var. İş kabul etmektir. Bir zihniyet ki ayetleri kabul etmez, ters yorum ve tefsir yapar, bin bir emeklerle O’nun sözlerini bize ulaştıran hadis ulemasının kitaplarında mevcut hadisleri kabul etmez, olur olmaz şeylerle onları reddeder, ehl-i sünnet ulemâsını kabul etmez, mezhepleri reddeder, kabirlerdeki azabı kabul etmez, kendisine salat ve selâm getirmemiz Kur’anla sabit olan Peygambere salat ve selâm getirmez, O’nun ismi anılınca ağzı mühürlü kalıp, batıl zihniyetli vehhâbiliğin kurucusu, İngiliz casusu, din düşmanı olan şahsın, O’nun kabrinin başında, Ya Muhammed, sende bir insansın ben de bir insanım aramızda ne fark var diye Kur’anda ve hadislerde medh-u senâsı belli olan Peygambere (S.A.S.) dil uzatan, medh-u senâsı O’ nun (S.A.S.) mânevi hayatını, Allâh tarafından kendisine bahşedilen nimetlerini oracıkta inkâr ve istihfaf eden, fakat orada cezasız bırakılmayan, Kubbe-i Hadra’dan yıldırım sür’atiyle gelen kurşun gibi bir nesnenin gözüne isabet ederek kör olup cezasını gören, bir körün peşinden gidiyorlar, onun sapık fikirlerine kirli düşüncelerine hamallık yapıyorlar . İnsaflı olalım bu tehlikeye karşı yıllarca âlim diye görüp tanıdığımız kimseler de hep susuyorlar, susuyorlar. Bu hususta eserler yazsınlar, onların iç yüzünü ortaya koysunlar niye duruyorlar ? Kabir ziyaretlerinin meşru olduğuna delil ve hüccetlerimiz yeterince vardır örnek olarak Rasulullah Efendimiz’in (S.A.S.) kabir ziyâretlerinde şu sözleri mevcuttur. O (S.A.S.) ziyâretleri esnasında “Es-Selâmu aleyküm dare kavmi müminiyn ve innâ inşaallâhü bihim lâhikun, entum-ul evvelûn ve nahnul âhırûn” buyururlardı.
Manası ; Es-Selamu Aleyküm. Mü’minlerin evi, inşaallâh bizler de size kavuşacağız, bizler geriye kaldık, sizler bizden önce gittiniz.
Ayrıca Sunen-i Ebu Davud’da mevcut olan bir Hadis-i Şerif var. Peygamberimiz (S.A.S.) iki mezarın yanından geçiyorlardı. Durdular, dinlediler. Kendisine bir şey malum olmuştu. Taraf-ı ilahiden bu iki şahsın azapta oldukları bildirilmişti. Buyurdular: “Bu iki mezarda olan kişilere azap olunmaktadır siz onların büyük günahlardan azap olduklarını sanmayın. Onlar küçük günahlar sebebi ile azap çekiyorlar, onlardan biri küçük abdest esnasında etrafa, üzerine sıçrayanlardan sakınmıyordu diğeri de insanlar arasında dedikodu yapıyordu.” Bundan sonra yaş hurma dalı istedi, kendisine getirildi. O da o yaş hurma dalını kırarak ikiye ayırdı. Her birini kabirlerin üzerine dikti ve şöyle buyurdu; “Bunlar kuruyuncaya kadar onların azablarının Allâh tarafından hafifletileceğini umuyorum” (Buhâri, vudu 54 no. 213) Bu hadis-i şerif aynı zamanda kabir hayâtı ve azâbı yoktur diyenlerin iddialarını çürütür. Müslüman Cenab-ı Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına uyar. Peygamber‘e (S.A.S.) uymayı, onun getirdiklerini kabul etmeyi en büyük emir telakki eder. Bunu kabul etmeyenler, ne yaparlarsa yapsınlar.
“O peygamber size ne getirmişse kabul ediniz, neden yasaklamışsa ondan da sakınınız.” (Âyet)
Bu münâsebetle diyoruz ki; kabirleri ziyaret etmekte herhangi bir sakınca yoktur. Hatta İslâm âlimleri haftada bir gün, bilhassa Cuma ve Cumartesi günleri ziyaret etmek erkekler için mendup olduğu görüşündelerdir. Salih kimselerin mezarlarını, uzak yerde bile olsalar, bereketlenmek ve ziyâret etmek için yola çıkmayı âlimlerimiz mendup karşılamışlardır. Kadınlarda İslâmi ölçüler dahilinde ziyaret edebilirler. Kabir ziyaretinin âdâbı vardır. Ziyaretçi ayakta kıbleye karşı veya ölünün yüzü tarafına doğru “es-selamu aleyküm, dare kavm-i mü’miniyn ve innâ inşaallahü bikum lâhikûn. Es’elullâhe lî ve lekumul âfiye” der. Sonra da kabrin üzerini çiğnemeden bir kenara oturup Yasin-i şerif okuması tavsiye olunanlardandır.
Abdullah Demircioğlu
Bizi sosyal medyada paylaşın: