Rasûlullâh (s.a.s), kendisinden sonra rahatı yerinde, koltuğuna yaslanmış bir vaziyetle hadislerini bir kenara itecek olanlara işaret etmiştir. Böylelerini "Sizi bu halde bulmayayım!" şeklinde uyarmıştır.
Kim, bu onlar?
Tabi ki inanmayanlar…
O devirde ne kadar var idiyse, ondan sonra kıyamete kadar böyle devam eder gider. İnkârcılara hiçbir şey fayda vermedi. Toprak onları içine aldı, öyle sıktı ve mahvetti ki, o gün bugün kendilerine verilen azap devam ediyor ve edecek. Ne zamana kadar? Dünyada, kıyamete kadar kabir azabı ve ondan sonra da ebedi olarak ahiret azabı. Onun sonu da yoktur.
Bu dünyada varlıklı yaşayıp Yaradan’ı inkâr edenler, bin sene (elfe sene) yaşasalar ve inkâr üzere ölseler, onları elim olan azaptan hiçbir kimse kurtarmaya muktedir değildir.
Hem Kur’ân-ı Kerîm ve hem de hadislerde bu hususta açık olarak ikazlar vardır. Rasûlullâh (s.a.s), kendisinden sonra rahatı yerinde, koltuğuna yaslanmış bir vaziyetle hadislerini bir kenara itecek olanlara işaret etmiştir. Böylelerini "Sizi bu halde bulmayayım!" şeklinde uyarmıştır.
Her zaman derim, O’nun (s.a.s) ağzından dökülen her söz bir mucizedir. İşte bu hadiste öyle asırlar ötesinden bunların olacağını haber vermek, ancak ve ancak bir peygamberin kârıdır. Bu itibarla bütün hadislerin hemen hepsinde bu mucize oluş gizlidir. Bunlar hayatımızla ilgili ne varsa, gelecek olanlarla ilgili, âhirete müteallik ne varsa hepsi böyledir. Kimse hadislerin bu yüksek değerleriyle alay etmesin, eğlenmesin! Böyle yapanlar kâfirlerin ta kendileridir. Bunlar tevbe edip dönmedikten sonra âhiretteki durumları ebediyen azaptan başka bir şey olmayacaktır.
Hadislere saldırdılar, dini yıkımlar yapıyorlar. Hızlarını alamadılar, şimdi Kur’ân’a saldırıyorlar. Ne olduğu belli olmayan, aslında şöyle diyeyim, ister Avrupalı olsun ister ne olursa olsun, daha önceki kâfirlerin, İslâm’a saldırı mahiyetindeki kitaplarından alıntı yaparak tahribat yapıyorlar.
Bunları ve bunlar gibi olanları, televizyonlarda veya diğer iletişim vasıtalarında adıyla sanıyla teşhir edip, ne mal olduklarını müslümanlara duyurmak gerekir. Bu hususta en büyük vazife Diyanet İşleri Başkanlığı’na düşmektedir. Pasif kalınmamalıdır. Müslümanların itikadî, amelî ve sair nesi varsa onlara dokunmaya, onları örselemeye kimsenin hakkı yoktur. Hükmü geçmiş, bozulmuş hıristiyan ve yahudilerin inandıklarına değil de İslâm’a hem de hak din ve son din, din-i mübîne yapılmaktadır. Bu çok acı bir durumdur.
İnkâr halleri birbirlerine benzeyen insanlar, her devirde var olmaya devam ediyor. Rivayet olunduğuna göre öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Ubey b. Halef, çürümüş bir kemik alıp elinde toz haline getirip ufaladıktan sonra Rasûlullâh’a (s.a.s) dönerek, “Allah’ın bu çürümüş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun!” dedi. Rasûlullâh (s.a.s): "Evet, seni diriltecek ve cehenneme sokacak!" diye cevap verdi.
Aşağıdaki iki âyet bunun üzerine inmiştir:
"Onların sözleri, seni sakın üzmesin. Şüphesiz biz onların gizlemekte olduklarını da açığa vurduklarını da biliyoruz. İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş." (Yâsîn, 36/76-77)
Diyecek çok şey var. Bununla iktifa edelim.
İnkârcıların hesabını Allah (c.c) âhirette çok acı olarak alacaktır. Onlar kendileri düşünsünler.
Allah bizlere, iman ve hidayet verdikten sonra dalalete düşürmesin.
Âmin...
Bir hatırlatma!
Yevmî (günlük) zikirler ihmal olunmasın.
Toplu zikirlerimizde (Hatm-i Hâceler) titizlik gösterelim.
Bu mübarek, müberra yolu lekelemeyelim. İyi birer mutasavvıf ve mutasavvıfe olalım. Allah’ın (c.c) rahmetine, bereketine kavuşalım.
O’nun (c.c) selamı, mağfireti üzerinize olsun.
Bizi sosyal medyada paylaşın: