Ne çok acı var! Ne çok hüzün… Ne çok keder birikmiş elimizde avucumuzda… Ne çok dert, ne çok sorun sağanak sağanak yağmış üzerimize. Hastalık, açlık, susuzluk, fiziki, ruhsal birçok sıkıntılar… Adını duyduğumuz, duymadığımız nice imtihanlar… Evet, şunda kuşku yok; Neredeyse yok denecek kadar az, acı sahibi insan.
Hatta o kadar çok ki kuşatmış nasırlaştıracak kadar merhametimizi.
Ah ki; Ezaların şiddetli yağmurunda nasır tutmuş kalplerimiz.
Açıp yarmaya gerek kalmadan görünüyor yara izleri yüz çizgilerimizde.
Ah ki; Acılarla aynı şiddette çoğalıyor sanki acımasızlıkta!
Ne kadar sarmışız etrafımızı zırhlarla. Bir cenaze kalkmış içimizden mezara doğru.
Ve kaybetmişiz ve gömmüşüz acıma duygumuzu ruhumuzun derinliklerine.
Üzerine taştan tuğlalar örmüşüz. Demirden çitlerle perçinlemişiz. Giremez olmuş kalp hanemize nurdan ışık huzmeleri.
Karanlığın esiri olmuşuz ne yazık!
Zalimliğe uğrayan iken, biz de zalimin ta kendisine dönüşmüşüz. Siluetimize yansımış umarsızlık, kayıtsızlık.
Terk etmişiz merhametin ılık diyarını çoktan. Harabeye dönmüş içtenliğin, samimiyetin hanesi.
Şefkat duygumuz da nasırlaşmış iyiden iyiye.
Şaşıracak ya da inkâr edecek bir durum yok! Bilakis siz de en az bir kere duymuş ve ya yaşamışsınızdır bu duyguyu.
Aynısı benimde başıma geldi duygusunu!
Ah ben neler çekmedim ki…
Vah benim başıma neler gelmedi ki?
Senin yaşadığın da dert mi?
Gel sen bir de benim yaşadıklarımı bir gör!
Böyle diyerek maalesef ne yaptığımızın farkına dahi varmıyoruz. Karşımızdakinin sıkıntılarını kendi sıkıntılarımızla kıyaslayarak küçümsüyoruz. Yarıştırıyoruz adeta sorunlarımızı. Sen de varsa ben de daha fazlası var gafleti uzaklaştırıyor bizi dostlarımızdan. Farkına varmadan azalıyor sevdiklerimiz birer birer etrafımızdan. Sinsi bir yalnızlık sokuluyor böylelikle yanı başımıza. Dedim ya Ne yazık ki merhamet gönlümüzün en üst raflarına kaldırılmış, orada küflenmekte…
Hâlbuki bilmemiz geren bir husus var, o da; merhamet etmeyenin merhamete nail olmayacağı!
Dertsiz baş imtihansız hayat yoktur elbette! Hepimizin birbirinden farklı imtihanı var bu dünyada. Ama bu demek değil ki bencil bir insan olup bizden bağımsız olan insanlara karşı bigâne olacağız. Bu demek değil ki taştan duvar öreceğiz kalbimize…
Zira bu imtihanlar cümlesi içerisinde hepimizin ayrı bir görevi ve yeri var. Bir eksik diğeriyle tamam oluyor, bir sıkıntı diğerini tamamlıyor. Birimiz diğerimizle yarım kalmışlığına çare buluyor. Yarışmak yoksa nereye kadar? Dertler insanı çaresiz yapmaz, yormaz, bıktırmaz bilakis güçlendirir, azmine azim katar. Biz bir adım önde isek arkadan gelene güzel bir çıkış yolu sunar. İleri bir fikir olanağı elde edilmiş olur. Hep ihtiyaç duyarız hani bize tecrübesiyle yardım edecek, yol yordam gösterecek birine. Ama tasa burada başlıyor işte. Kime dokunsan bin ah duyuyorsun. Dost, kendine dost olacak birini arıyor. Sana dost olmaya takati yok! Bulamıyorsun böylelikle Derdini teselli edecek bir dost! Bu, böyle bir kısır döngüye dönüp yılankavi bir yol gibi uzayıp gitmekte yerin karanlık izbelerine doğru.
Yol yakınken dönmeli hatadan. Yaşadığımız hayattan ibret almalı ve güzel haslet olan merhamet duygumuzu yitirmemeli, hatta yaşadıklarımızla perçinlemeliyiz bu duyguları. Unutmayalım ki yardım eli uzatamayacak durumda olsak bile teselli verecek mecalimiz de mi yok?
Şimdi kalkmalı ve dirilmeliyiz battığımız yerden göklere doğru. Mumu eriten ateş gibi biz de merhametimizle eritmeliyiz katılaşmış kalpleri! Yağmur rahmettir, dertler yağmur olmuşsa almıştır yağmurun bereketinden bir nebze olsun güzellikler. Kötüyü iyiye, çirkini güzele çevirmek bizim elimizde, bizim gayretimizde gizli.
Ve diyelim, dedirtelim soluk soluk ve çekelim nefes nefes ciğerlerimize;
Ne çok acı var evet ama ne çok da tesellisi var!
Ayşegül SAYIN http://zuhurdergisi.com